Liberal bir söylem üzerinde yükselen ABD'nin dış politikası son derece reelpolitik ve güç söylemi içerisinde şekillenmiş zamanla Pax Americanaya kadar uzanan bir seyir izlemiştir.



2.Dünya savaşından sonra sosyalist olmayan bütün ülkeler ABD'nin doğal cepheleri haline gelmiş ve çeşitli doktrinler ile ABD bu anlayışını soğuk savaş konsepti içerisine oturtmayı başarmıştır.


Ancak gerek güç dengesinin kullanımı gerekse de doğrudan güç kullanımı (Kore, Vietnam) gibi durumlar ABD'nin durumunu netleştirmekten ziyade dengeyi sarsmış ve ABD'yi soğuk savaşı derinleştirmeye ve dolayısıyla Nükleer silahlanmaya götürmüştür.


Nükleer silahlanma sonucu oluşan çılgınlık ABD-Sovyet gerginliğini zirveye çıkarmış ve ardından yapılan anlaşmalar ile yumuşama dönemine girilmiştir. Ancak ABD, Nato ve benzeri aygıtlarla güç dengesindeki hegemonyasını devam ettirmiş ve günümüz çok kutuplu ortamında da politik-askeri açıdan güçlülüğü devam etmektedir.


ABD'nin dış politikası tarihsel açıdan bakıldığında şu temel gerçeğe dayanmaktadır. Bir ülkenin kendi çıkarlarının bilincine varması... İşte bu temel gerçek ve faydacı zihniyetin ortaya çıkardığı politik strateji ABD gücünün ve hegemonyasının anahtarı olarak gösterilebilir.