Kırım’ın bağımsızlığını ilan edip ardından Rusya’ya bağlanma kararı alması uluslararası sistemde ciddi bir kriz yaratmıştır. Soğuk Savaş dönemini andıran ve iki kutbun çevre ülkelerinde yaşanan askeri/siyasi hareketliliklere benzetilen bu durum, Kırım’ın kendi kararını verip Rusya’ya bağlanmasıyla ilginç bir boyut kazanmıştır. Bu çalışmada Kırım’ın tarihi hikayesi kısaca verilecek ardından günümüzde yaşanan sistemik kriz, politik aktörlerin söylemleri üzerinden analiz edilmeye çalışılacaktır.


Kırım’ın Tarihi Hikayesi


Kırım tarih boyunca birçok kavmin istilasına uğramış ve uzun süre Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında önemli bir bölgesel güvenlik problemi yaratmıştır. Osmanlı İmparatorluğu için Karadeniz’in güvenliğinde son derece önemli olan Kırım, Karadeniz’in kontrol edilmesinde anahtar görevi görmektedir. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1475 yılında Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma tarafından fethedilen Kırım limanı ve ardından Mengli Giray döneminde Osmanlı İmparatorluğu ile yaşanan son derece yakın ilişkiler, Karadeniz’in güvenliğinde önemli bir işlev yüklenmiştir.


1768-1774 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus savaşının ardından ise Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmanın özellikle birinci maddesi dikkat çekmektedir:


“1-Kırım bağımsız olacak, ancak dini bakımdan Osmanlı halifesine bağlı kalacaktır.” Bu maddeye göre Osmanlı ilk defa halkı tamamen Müslüman bir coğrafyayı kaybetmiştir. Ayrıca Osmanlılar ilk defa Hilafet makamını siyasi olarak kullanmıştır. Kırım’ın bağımsız olmasından yararlanan Rusya, 1783 yılında Kırım’ı ilhak etmiştir. 1917'de Kırım Türkleri bağımsızlıklarını kazansalar da daha sonra 19 Ekim 1921'de muhtar Sovyet cumhuriyetleri arasına katılmıştır. İkinci Dünya Savaşında bazı Kırımlıların Alman kuvvetlerine katıldığı ileri sürülerek bütün Kırım halkı önce Sibirya'ya, sonra Orta Asya steplerine sürgün edilmiştir. İkinci dünya savaşı sonrasında da ciddi problemler yaşayan Kırım Kruşçev tarafından Ukrayna’ya verilmiş, kritik stratejik önemi nedeniyle sürekli dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Günümüze geldiğimizde Ukrayna’da başlayan ve tüm ülkeye yayılan sokak gösterileri bölgedeki güvenlik dengelerini alt üst etmiş, Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Yeni gelen devlet başkanı Arsen Yatsenyuk’un, ABD ve AB yanlısı olması hesapları bir anda alt üst etmiş ve Rusya’nın büyük öfkesini çekmiştir. Çalışmanın bundan sonraki kısmında Kırım krizinde önemli birer aktör olan Rusya Devlet Başkanı Putin ve ABD Başkanı Obama üzerinden bir söylem analizi yapılmaya çalışılacaktır.


Putin: “Kırım, Rus toprağıdır…”


Öncelikle Putin’in Kırım’ın Rusya’ya bağlanması hakkında yaptığı son açıklamaya bakmak son derece zihin açıcı olacaktır:


"Kırım tarihi Rus toprağıdır. Kırım'daki referandum uluslararası hukuk kurallarına uygun gerçekleşti. Kırım çok milletli bir bölge. Burada üç resmi dil olmalıdır. Rusça, Ukraynaca ve Tatarca. Kırım, BM'nin şartlarına uygun bir şekilde bağımsızlığını ilan etti. Ukrayna da bu hakkını kullanmış ve SSCB'den çıkmıştı. Şimdi bunu Kırımlıların yapmasını neden istemiyorlar. Kruşçev'in, Kırım'ı Ukrayna'ya verme kararı anayasaya aykırı olarak gerçekleşti. Milyonlarca Rus vatandaşı bir ülkede yatıp, başka bir ülkede uyandı. Kırımlılar, 1991 yılında onların bir elden başka bir ele patates çuvalı gibi verildiğini söylüyorlar. O dönemde Rusya kötü bir durumdaydı ve kendi çıkarlarını koruyamadı. Bizi yaptırımlarla tehdit ediyorlar. Biz zaten bir dizi sınırlamayla yaşıyoruz. Rusya'yı köşeye sıkıştırma politikası bugün de devam ediyor. Politikalarımızı uyguladığımız için bizi köşeye sıkıştırmak istiyorlar. Ama her şeyin bir sınırı var. Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne her zaman saygı duyduk. Sizi Rusya ile korkutanlara inanmayın. Biz Ukrayna'nın bölünmesini istemiyoruz, bizim buna ihtiyacımız yok. Kırım, asırlarca olduğu gibi orada yaşayan halkların toprağı olarak kalacak. Kırım bizim ortak mirasımız. Burası stratejik bir bölge ve sadece Rusya'nın sürdürülebilir egemenliği altında kalabilir".


Putin’in kullandığı son cümlenin üzerinde özellikle durmakta yarar var. “Stratejik bölge” ve “Rusya’nın sürdürülebilir egemenliği” kavramları özellikle önemli görünmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi Rusya, Kırım meselesini ciddi bir güvenlik problemi olarak görmektedir. Kullanılan iki kelime de askeri doktrinlerde sıkça geçen kavramlardır. Putin’in bu kararlı tutumu, herkesi bir anda Soğuk Savaş yıllarına götürmüş ve yeni bir “çevre ülkeler krizi”nin kıvılcımı olabileceği üzerinde düşünmesine yol açmıştır. Açıklamasında Kırım’da Rusça, Ukraynaca ve Tatarca’nın resmi dil olacağını belirten Putin, açıklamasının bu veçhesi ile de özellikle Kırım Tatarlarına ve Türkiye’ye mesaj vermiş olmaktadır. Putin’le ilgili bir başka önemli nokta da bu açıklamayı tarihi Kremlin Sarayının Georgiyevski Salonunda yapmış olmasıdır. Bu salon, Rus çarlarının zafer konuşmalarını yaptıkları salon olarak bilinmektedir. Bu imgesel yapı üzerinden, Rusya’nın kendi stratejik derinliğinin farkında olduğunu ve geçmişinin stratejik zihniyetinin üzerine bölgesel güvenlik inşasına giriştiğini söylemek sanırım iddiadan öte bir gerçeklik kazanmaktadır. Ayrıca yine başka bir açıklamasında Putin, “Ukrayna'da doğru dürüst meşru bir güç olmadığını söyleyerek çoğunluğun Rusça konuştuğu Kırım bölgesinin tehdit altında olduğunu savundu. Putin ayrıca ülkesinin "yoldaşlarını" koruma konusunda bir sorumluluğa sahip olduğunu da dile getirmiştir.” Bu açıklamasında da ilginç olan kavram “yoldaşları koruma”dır. Buradan bölgesel güvenliğinin bölgenin genelinde önemli olduğunu belirten Putin ciddi bir sosyal inşa çabasına da girişmektedir. Bu durum Rusların yaşadığı eski SSCB ülkeleri için de geçerli olacak mıdır? Rusya kendi güvenliğini yeniden inşa etmekte ve çevresini ciddi biçimde genişletme ve dönüştürmeye tabi tutmaya başlamıştır. Bunun yanında ABD’nin özellikle Soğuk Savaş sonrasındaki askeri müdahalelerine de önemli bir cevap niteliğinde görünmektedir. Rusya, bu satranç tahtasında ben de varım, bu da ilk hamlem demektedir. Kırım yarımadasında bulunan Sivastopol limanı da ayrıca Rusya için çok önemli bir stratejik değere sahiptir. Rusya’nın 26 bin askerinin yer aldığı 300 gemilik en büyük donanması bu limanda bulunmaktadır. Öyle ki bu liman Rusya’nın dünya denizlerine açılmasında son derece önemli bir rol oynamaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi Rusya’nın Karadeniz güvenliği açısından Kırım son derece önemli bir rol üstlenmektedir.


Obama: “Alandaki Gerçeklikler Farklı…”


Ortadoğu’daki krizlerden bunalan ve bütün gücünü Ortadoğu’dan Pasifik bölgesine kaydırmaya hazırlanan ABD, Kırım’da meydana gelen bu krizle ciddi bir soğuk duş etkisi yaşamıştır. Hardt ve Negri’ye göre imparatorluk için, bugün sermaye ilişkisinin sızmadığı hiçbir toprak parçası kalmamış olması olgusundan hareketle “artık dışarısı yoktur”. Bu nedenle bir imparatorluk tasarımının ürünü olan ABD Dış politikası için de “dışarısı” yoktur. Ortadoğu da Kırım da Güney Çin denizi de ABD için kritik önem taşımaktadır. Obama’nın Kırım meselesi üzerine yaptığı en sert açıklama aşağıdadır:


“Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sözleriyle ‘alandaki gerçeklikler’ farklı. Putin birçok şeyler söyleyebilir ama alandaki gerçekler Rusya'nın (uluslararası) prensiplere uymadığını gösteriyor. Kırım'da hala Rus askerlerinin kendi kışlalarında olmadığını görüyoruz, bu da orada olanların aslında, Ukrayna'daki Rusya kökenlilere veya Rus temsilcilere yönelik kaygılar temeline dayanmadığının, aslında Rusya'nın güç kullanma yoluyla bir komşu ülkedeki etkinliğini artırma yollarını aradığının işaretini veriyor. ABD ve AB ile Kanada ve Japonya gibi müttefikler ile dünya genelindeki ortak ve müttefiklerimiz perspektifinden, Rusya'nın eyleminin, uluslararası hukukun ihlali olduğu yönünde güçlü bir inanış var. Putin'in, farklı yorumlamalarda bulunan bir dizi hukukçusu var gibi görünüyor ama bununla kimseyi kandırdığını sanmıyorum. Rusya'nın komşu bir devlette yaşananlara yönelik meşru çıkarları olsa da bu Rusya'ya, o ülkedeki nüfuzunu kullanmak için güç kullanma hakkını vermiyor. Açıkçası, bu (Rusya'nın) gücünün bir işareti değil, aksine Rusya'ya yakın ülkelerin derin kaygılarının ve şüphelerinin yansıması ve bu, birçok ülkeyi Rusya'dan daha da fazla uzaklaştıracaktır.”


Obama’nın açıklamasından gördüğümüz kadarıyla Rusya’nın kendileriyle boy ölçüşebilecek güce henüz gelmediğini ve Rusya’nın bunun farkında olmadığını iddia ettiği görülmektedir. “Alandaki gerçeklikler” söylemi aynı zamanda “imparatorluk söylemi” ile de paralellikler göstermektedir. Yani bir tane imparatorluk vardır anlamı çıkmaktadır. Fakat bu söyleme rağmen ABD ve AB’nin aldığı yaptırım kararları etkisiz görünmektedir. ABD Başkanı Barack Obama, aralarında Rusya lideri Vladimir Putin'in iki yardımcısı, Başbakan Yardımcısı Dmitry Rogozin ve Ukrayna eski Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç'in de bulunduğu 11 kişi hakkında, Rusya'nın Kırım'a asker çıkarmasından sorumlu oldukları gerekçesiyle yaptırım kararı almış ve Brüksel'de toplanan Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları da Ukrayna'daki, özellikle de Kırım'daki gelişmeler bağlamında 21 kişiye yaptırım uygulama kararı almıştır. Bu durum ise çeşitli tartışmalara neden olmuştur. ABD Başkanı Obama, “Bu yaptırımlar Rusya’nın yaptıklarının sonuçları olduğunu gösteriyor. Ukrayna’ya müdahale halinde yeni yaptırımları da uygulamaya koyacağız” demiştir. ABD’nin yaptırım listesinde yer alan Rusya Başbakan Yardımcısı Rogozin ise Twitter üzerinden “Eyvah Obama. Bu ne biçim cezalandırma böyle. Listede sıraladığın kişilerin batıda ne parası ne de mülkü var.” diyerek kararı eleştirmiştir. Beyaz Saray’ın yaptığı son açıklamalardan birinde ise “Şu anda belki de dünyanın geleceğini belirleyecek olan Ukrayna krizinden çıkış yolu, Moskova ile Kiev yönetimlerinin ikili görüşmeler başlatmasından geçiyor. Rusya bir an önce Kırım’a gönderdiği askeri birliklerini geri çekmeli. Temas gurupları kurularak uluslararası gözlemciler kontrolünde azınlık haklarının korunup korunmadığı denetlenmeli. Ukrayna toprak bütünlüğü soru işareti altında bulunmamalı.” Denilmiştir. Bu açıklamada özellikle “dünyanın geleceğini belirleyecek” ve “Ukrayna’nın toprak bütünlüğü” kavramları göze çarpmaktadır. ABD, Rusya’nın Kırım müdahalesini Ukrayna’nın toprak bütünlüğü üzerinden bir meşruiyet zeminine çekerek NATO’yu devreye sokmanın hazırlığını yapmaktadır.


Sonuç


Dünyanın yeniden Soğuk Savaş yıllarına dönüp dönmeyeceği sorusuna nasıl bir cevap verilmeli ya da Kırım sorunu farklı bir bağlamda mı tartışılmalı açıkçası netameli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Fakat problemin en önemli aktörleri olan ABD ve Rusya Devlet Başkanlarının yaptıkları açıklamalar ve krizin giderek hassasiyet kazanması yeni bir sürecin habercisi olabilir. Böyle bir süreç Beyaz Saray’ın yaptığı son açıklamada olduğu gibi “dünyanın geleceğini belirleyecek” düzeyde bir rüzgar yaratabilir. Bu durumda Soğuk Savaş sonrası ABD’nin “imparatorluk” tasarımına ilk ciddi fiili cevabı Rusya’nın verdiğini söylemek sanırım iddialı olmayacaktır.


AB, doğalgaz bağımlılığı nedeniyle Kırım meselesine bütünüyle müdahil olamamakta ve kriz ABD ve Rusya arasında seyretmektedir. Kaldı ki AB’nin açıkladığı yaptırımlar! Ve NATO genel sekreteri Rasmussen’in yaptığı bir açıklamadan başka elle tutulur herhangi bir şey gözükmemektedir. Rasmussen’in de özellikle Ukrayna’nın toprak bütünlüğü üzerinde durduğu açıklama Kırım krizinin bundan sonraki seyri hakkında fikir verebilir. ABD ve Rusya’nın bu hegemonya mücadelesinde kimin doğru hamleyi yaptığı ya da yapacağı konusu giderek önem kazanmaktadır. ABD, Soğuk savaş sonrası yaptığı askeri müdahaleler ile kristalize olan hegemonik iştahının ekonomisine verdiği zararı azaltmak için askeri üslerini verimliliklerini düşürmeden minimuma indirmenin planlarını yapıp, yeni oluşacak krizlerde vekaleten savaş yöntemiyle dolaylı müdahaleleri kullanmayı düşünürken, Kırım meselesi ile kendisini yeniden sıcak bir askeri şemanın içerisinde bulmuştur. Ancak bu sefer karşısında komünizm, kimyasal silahlar ya da küresel terörizm değil Çarlık Rusya’sını ayağa kaldırmaya çalışan yeni bir imparatorluk namzeti durmaktadır. Ukraynalı yazar Andrey Kurkov’un dediği gibi “Putin’in kafasında Rusya, Amerika’nın bittiği yerde başlamaktadır…” Bütün bu verilerin ışığında Kırım meselesinin önemli bir kırılma yaratabileceği ve bundan sonra gerçekleşebilecek sistemik olayların başlangıcı olabileceği söylenebilir.