Devletler, hegemonya kurmak istedikleri havzalarda tarihin ilk dönemlerinde standart bir askeri yaklaşımı benimserken bu durum zamanla karmaşıklaşmış ve hegemonya kavramının oluşumunda kullanılan stratejik araçların çeşitlenmesine yol açmıştır. Strateji, jeopolitik, jeostrateji vs. gibi kavramlar tarih boyunca savaşlarla paralel olarak sürekli gündemde olmuş ve akademik dünya tarafından analiz edilmeye çalışılmıştır.

Hegemonya kavramı da bu karmaşanın içerisinde realist bir bakış açısından gramscian perspektife kadar uzanan bir yolculuğa çıkmıştır. Burada hegemonya kavramını deşmekten ziyade, bir İngiliz coğrafyacı Halford Mackinder’in “heartland teorisi” üzerinde durmaya çalışacağım. Daha doğrusu bu teorik bakış açısının stratejik düşünceye olan katkısı nedir ne değildir gibi sorular sormanın ve bugün askeri anlamda dünyanın belirli bölgelerinde üsler bulundurmanın bu teorik bakış açısı ile olan ilişkisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ya da kısaca askeri perspektifin hegemonik bir inşa sürecinde hala çok önemli bir yerde durduğunu anti parantez belirtmek istiyorum.

Mackinder, “Tarihin Coğrafi Kalbi” isimli makalesinde (makale 1904 yılından yayınlanmış) özellikle kara güçleri üzerinde durmuş ve “Doğu Avrupa’ya hükmeden dünyaya hükmeder” demiştir. Özetle Avrasya coğrafyasını, dünyaya hükmetmek isteyen bir süper gücün mutlak şekilde ele geçirmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Onun için dünyanın kalbi “doğu Avrupa” olmaktadır. General Mahan’ın “denizlere egemen olan dünyaya hükmeder” tezinin yanında Mackinder’in tezi her ne kadar biraz geri planda kalsa da özellikle günümüzde ABD’nin dünyanın birçok bölgesinde askeri üs bulundurması aslında Mackinder’in tezinin kenarından köşesinden uygulandığını göstermektedir.

Mackinder’in “heartland teorisi”ni sadece ABD’nin askeri üslerinde değil bunun yanında ABD ve Rusya’nın süre gelen gölge savaşındaki “Ukrayna” sahnesinde de görebiliriz. Ukrayna aynı zamanda Avrasya’nın içinde bulunmaktadır. Bir bakıma bu bölge soğuk savaşın karşılaşma alanı olarak tarihte sürekli rolünü korumuştur. Soğuk savaş döneminde ilk karşılaşma alanı genellikle bu bölge olmuştur.

Bir yandan denizlerde uçak gemileri ve üsleriyle denetim kurmaya çalışan ve diğer yanda çeşitli ülkelerdeki askeri kara üsleriyle o ülkelerde önemli bir imtiyaz yakalayan ABD için hem Mackinder hem de Mahan’ın tezini kullanıyor diyebiliriz. Karma bir strateji izleyen ABD’nin hegemonik söylemi ciddi bir askeri güç tarafından desteklenmektedir.

Hegemonya inşasında her ne kadar çok karmaşık süreçler var olsa da işin temelinde askeri ve karasal güçlerin ne derece önemli olduğu ortadadır. Bugünlerde Irak ve Suriye’de IŞİD’in yarattığı kaos ortadayken, ABD ve koalisyon güçleri bölgeye nasıl müdahale edeceklerini bilememekte ve silah yardımı, istihbarat desteği, koridor açma vs. gibi yöntemlerle krizi elimine etmeye çabalamaktadır. Ancak görülmektedir ki ABD uzun yıllar kalmış olmasına rağmen Irak’ın büyük bölümünde ortaya çıkan kaos ve gerilimi engelleyememiş ve askerlerinin ayrılmasının ardından Irak ciddi bir problemin içine düşmüştür.

Aynı durum Afganistan için de geçerlidir ve orada da Afgan Ordusu kurma gibi projeler iç açıcı görünmemektedir. Her geçen gün Taliban’ın etkisinin arttığı Afganistan’da problem giderek derinleşmektedir.

ABD küresel çapta ortaya çıkan bu hegemonya krizini aşmak için konvansiyonel olmayan savaşa yönelmeyi seçmiştir. Bir anlamda vekalet savaşları olarak da çevirebileceğimiz bu yeni savaş şeklinde vekiller aracılığıyla bir savaş yürütülmekte ve bu stratejiye ciddi bir istihbarat, silah ve üst akıl desteği verilmektedir. Ancak Suriye krizinde de görüldüğü gibi çeşitli görüşlere sahip vekillerin aynı çatı altında toplanmaları bir takım sorunlara yol açmakta ve bu nedenle istenen sonuçlar elde edilememektedir.

Sonuç olarak Mackinder’in tezine geri dönersek eğer küresel çapta bir hegemonya kurmak istiyorsanız heartland (kalpgah)’a sahip olmak zorundasınız. Bu 20. Yüzyılın başlarında askeri işgal anlamına geliyordu günümüzde ise askeri işgal değil ancak askeri denetim ya da kontrol anlamına gelen bir dizi tanımla karşılanabilir. Örneğin “kırım meselesi”nde her ne kadar “kırım” kendi referandumunu yapmış gibi görünse de Rusya’nın çok yakınlarda büyük bir donanma bulundurması ve askeri üslerinin yoğunluğu da bu siyasi kararın alınmasında önemli bir unsur olarak göze çarpmaktadır. Rusya’nın bu hamlesi Mackinder’in tezi açısından son derece önemli bir anlam taşımaktadır. Rusya, küresel hegemonya savaşında ben de varım demektedir.  Küresel Batı bu hamleyi ne kadar ciddiye alır bilinmez ama Sir Halford Mackinder’e göre “ciddiye alması” gerekmektedir.