Derin ve köklü bir tarihi olan Çin’in uzun imparatorluk tecrübesini “çifte devrimlerin” (Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi)
yönlendirdiği modernleşme çağına nasıl taşıdığı, cevaplanması ve araştırılması
gereken önemli sorulardan birisidir.
Bu uzun ve karmaşık tecrübe yerini 1911’de kutuplaşmış bir karmaşaya bırakmıştır. Bu karmaşada kristalize olan iki taraf, yeni devletin “asabiyye”sini inşa etmek için var gücüyle çabalamış ve sonunda çetin bir savaş sonucu belirlemiştir.
Bu uzun ve karmaşık tecrübe yerini 1911’de kutuplaşmış bir karmaşaya bırakmıştır. Bu karmaşada kristalize olan iki taraf, yeni devletin “asabiyye”sini inşa etmek için var gücüyle çabalamış ve sonunda çetin bir savaş sonucu belirlemiştir.
İç
savaş her ne kadar tüm ana karayı kriminalize eden bir “yarılmaya” neden olmasa
da soğuk savaş sırasında Tayvan’ın kendine çizdiği yön ve içerisinde bulunduğu tarihsel blok, Mao ve ardıllarını ciddi manada düşündürmüş ve bugün hala Çin’in dış
politikasında önemli bir problem olarak öne çıkmasını sağlamıştır.
Tayvan problemi dışarıda tutulduğu takdirde Çin’in yeni elitlerinin bu süreci bölünmeden stabil bir şekilde yönettiğini söylemek mümkündür.
Tayvan problemi dışarıda tutulduğu takdirde Çin’in yeni elitlerinin bu süreci bölünmeden stabil bir şekilde yönettiğini söylemek mümkündür.
İmparatorluktan Merkezi Devlete Süreklilik
Mao’nun
Çin tarihi açısından öne çıkan en önemli özelliği imparatorluğun parçalanışı
ve merkezi devlete giden süreci son derece stratejik ve akılcı hamlelerle
dizayn etmesidir.
Bu dizayn milliyetçi bir tonda değil daha çok ideolojik yanı ağır basan ve aşağılanmış bir ülkenin hemen ayağa kalkmayı kendisine düstur edinen “alarmist” bir şekilde olduğunu söylemek mümkündür. Bu alarmist yönelim bir yandan ideolojik olanı esnetirken öte yandan kendisine stratejik ve politik bir manevra alanı sağlamıştır.
Bu dizayn milliyetçi bir tonda değil daha çok ideolojik yanı ağır basan ve aşağılanmış bir ülkenin hemen ayağa kalkmayı kendisine düstur edinen “alarmist” bir şekilde olduğunu söylemek mümkündür. Bu alarmist yönelim bir yandan ideolojik olanı esnetirken öte yandan kendisine stratejik ve politik bir manevra alanı sağlamıştır.
İşte
tam burada stratejik bir pragmatizm ortaya çıkmaktadır. Bu pragmatik yaklaşımın
temelini Sun Tzu’ya kadar götürmek mümkündür.
Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” isimli eserini özetlersek “zafere ulaşan en kolay yolu bulma çabaları” olarak tanımlayabiliriz.
Amaç savaşmadan kazanmaktır ve bu da stratejinin incelikli ve pragmatik doğasında yatar.
Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” isimli eserini özetlersek “zafere ulaşan en kolay yolu bulma çabaları” olarak tanımlayabiliriz.
Amaç savaşmadan kazanmaktır ve bu da stratejinin incelikli ve pragmatik doğasında yatar.
Mao ve Sürekli Devrim
Ahlaki
ve ideolojik zindeliğin fiziksel kısıtlamaları yeneceğini kendisine düstur
edinen Mao’nun bu özdeyişi; sürekli devrimin itici gücünü oluşturur.
Mao’nun burada ideolojiyi bir “çimento” olarak kullanarak temel stratejiyi bu yönde inşa etmesinin altında “stratejik bir pragmatizm” aramak çok indirgemeci olacaktır fakat daha sonra gelen “kültür devrimi” ve ABD ile yakınlaşma (detente) gibi hamleler aslında esnekliğin Çin’in temel yaklaşımında ne derece etkili olduğunu gösteriyor.
Mao’nun burada ideolojiyi bir “çimento” olarak kullanarak temel stratejiyi bu yönde inşa etmesinin altında “stratejik bir pragmatizm” aramak çok indirgemeci olacaktır fakat daha sonra gelen “kültür devrimi” ve ABD ile yakınlaşma (detente) gibi hamleler aslında esnekliğin Çin’in temel yaklaşımında ne derece etkili olduğunu gösteriyor.
Burada
özellikle Kültür Devrimi’nin Çin’in imparatorluk sürecinden merkezi bir devlete
giden yolculukta yoğun bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün. Hatta bir adım
öteye giderek bugün Çin’in stratejik açıdan bu denli pragmatist ve esnek
olmasının altında yatan nedenlerden biri olarak da gösterilebilir.
Mao’nun ardından gelen liderler Çin’i adeta enkaza çeviren kültür devriminin ardından ciddi bir şekilde açılım ve yükseliş politikalarını takip etmek konusunda kendilerini mecbur hissettiler.
Mao’nun ardından gelen liderler Çin’i adeta enkaza çeviren kültür devriminin ardından ciddi bir şekilde açılım ve yükseliş politikalarını takip etmek konusunda kendilerini mecbur hissettiler.
“Bir Arada Varoluş ve Eşit Konum
Üstünlüğü”
ABD
ile olan yakınlaşma ve SSCB ile ilişkilerin kötüleşmesi de Çin’in
gerektiğinde ne denli stratejik bir yaklaşım içine girebileceğini
göstermektedir.
Kissinger’in anlatımıyla “Amerikalılar bugüne kadar Çin’e açılımı dengeli bir dostluğun başlangıcı olarak görmüşlerdi. Ama Çinli liderler “shi” kavramlarına, yani olayları sürekli değişim içinde kavrama sanatına göre yetiştirilmişlerdi. Bu nedenle amaçlanan daha ziyade Çin’in “bir arada varoluş kavramı ile eşit konum üstünlüğü için mücadele etmeye hazır olacağı; böylelikle bir tür “mücadeleci bir arada varoluş sayesinde güvenlik ve ilerlemeyi bulabileceği bir dünyaydı.”
Kissinger’in anlatımıyla “Amerikalılar bugüne kadar Çin’e açılımı dengeli bir dostluğun başlangıcı olarak görmüşlerdi. Ama Çinli liderler “shi” kavramlarına, yani olayları sürekli değişim içinde kavrama sanatına göre yetiştirilmişlerdi. Bu nedenle amaçlanan daha ziyade Çin’in “bir arada varoluş kavramı ile eşit konum üstünlüğü için mücadele etmeye hazır olacağı; böylelikle bir tür “mücadeleci bir arada varoluş sayesinde güvenlik ve ilerlemeyi bulabileceği bir dünyaydı.”
Kissinger’ın
metninde yer alan “bir arada varoluş ve
eşit konum üstünlüğü adına yapılan mücadele” kavramları bugün devam eden
ABD-Çin gerginliği açısından da bir fikir veriyor.
Bu kavramlar aynı zamanda stratejik katmanları olan bulanık bir hedefe de işaret ediyor.
Bu kavramlar aynı zamanda stratejik katmanları olan bulanık bir hedefe de işaret ediyor.
Sun Tzu ve Çin’in Stratejik Pragmatizmi
Alman
imparator II.Wilhelm’in “I. Dünya Savaşından önce keşke Sun Tzu’yu
okuyabilseydim” dediği biliniyor. 2.Dünya Savaşının önemli isimlerinden birisi
olan General Douglas MacArthur’un da Tzu’nun “savaş sanat”ını sürekli masasının
üstünde bulundurduğuna dair anekdotlarına literatürde bolca rastlamak mümkün.
Çin
ordusunun eğitimlerinde temel müfredatın Sun Tzu üzerine kurulu olduğu da bilinen bir gerçek. Ayrıca ordu üyeleri generalinden askerine kadar Sun Tzu
metinlerinin çoğuna hakim.
Deng
Xiaoping’in 24 karakterlik stratejisi “Yeteneklerini sakla ve zamanını bekle”
şeklindeki ifadesi ve Jiang Ziya’nın “Altı Gizli Öğretisi”ne
dayanan metinler de stratejik yaklaşıma etkileri açısından önemli olsa da genel olarak etkili olan strateji metninin “savaş
sanatı” olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Örneğin
Mao Zedong'un “Bir düşman ilerlediğinde geri çekileceğiz” “Bir düşman beklediğinde,
onları rahatsız edeceğiz”, “Bir düşman yorulduğunda, onları vuracağız” ve “Ne
zaman? Düşman geri çekilirse, onları kovalayacağız” minvalinde söylediği sözler
ve takındığı yaklaşım Sun Tzu’dan izler taşıyor.
Çin’in Stratejik Öncelikleri ve Hegemonya
Peki
Çin’in çağdaş stratejik yaklaşımı nedir/nasıl şekillenmektedir? Yaklaşımını
belirleyen etkenler ve sürece etki eden diğer değişkenler nasıl hesap
edilebilir?
Öncelikle Çin’in iki yılda bir savunma ile ilgili yayınladığı stratejik belgelere bakmak gerekiyor. Son zamanlarda yayınlanan bu belgelerin hemen hepsinin önsözünde “Çin asla hegemonya mücadelesi içinde olmayacak” ifadesi dikkat çekiyor.
Öncelikle Çin’in iki yılda bir savunma ile ilgili yayınladığı stratejik belgelere bakmak gerekiyor. Son zamanlarda yayınlanan bu belgelerin hemen hepsinin önsözünde “Çin asla hegemonya mücadelesi içinde olmayacak” ifadesi dikkat çekiyor.
Peki “Çin’in
hiçbir zaman hegemonya mücadelesine girmeyeceği” açıklaması söz konusu ülkenin
gerçek niyetleri konusunda bizi yanıltabilir mi?
Çin’in
yayınladığı stratejik belgeler dikkatle incelendiğinde “savaş sanatında” yer alan “savaşmadan düşmana galip gelmek becerisi”
ve “tüm
savaşın bir hileye” dayandığı düsturlarının diğerlerine göre daha fazla
kullanıldığı görülüyor.
Sınırsız Savaş ve İstihbarat Harbi
1999'da
Çin Ordusuna mensup iki albay; Qiao Liang ve Wang Xiangsui, savaşın tanımını “silahlı kuvvet dahil olmak üzere tüm
araçları kullanmak” şeklinde değiştiren “Sınırsız Savaş” (Unrestricted Warfare) adlı kitabını yayınladı.
Liang
ve Xiangsui’nin kitabında da Sun Tzu ile ilgili örnekler ve atıflar dikkat
çekiyor. Söz konusu kitapta savaşın dönüşümünü küreselleşme bağlamında analiz
eden yazarlar küreselleşme ile birbirine kenetlenen bütün zorlu sorunları
çözmek için bir anahtara ihtiyaç olduğunu ve bu anahtarın tüm kilitleri
açabilmesi gerektiği üzerinde duruyorlar.
Bu anahtar; strateji ve operasyonel tekniklerden taktiklere kadar tüm seviyeler ve boyutlara uygun olmalı ayrıca politikacı ve generallere uygun olmalıdır. Bu uygun anahtarın sınırsız savaş olduğu sonucuna varan kitabın 1999 yılında bu kanıya varmış olması Çin’in özellikle stratejik anlamda dönüşen şartlara uyum sağlama çabasında olduğunu gösteriyor.
Bu anahtar; strateji ve operasyonel tekniklerden taktiklere kadar tüm seviyeler ve boyutlara uygun olmalı ayrıca politikacı ve generallere uygun olmalıdır. Bu uygun anahtarın sınırsız savaş olduğu sonucuna varan kitabın 1999 yılında bu kanıya varmış olması Çin’in özellikle stratejik anlamda dönüşen şartlara uyum sağlama çabasında olduğunu gösteriyor.
Öte
yandan istihbarat ile ilgili stratejik çabalara bakıldığında karşımıza yine Sun
Tzu çıkıyor.
Örneğin Carl von Clausewitz ve Liddell Hart bile savaşta istihbarat konusuna çok az yer verirken Sun Tzu, “Savaş Sanatı”nın son bölümünün tamamını istihbarat konusunu tartışarak geçiriyor.
Bu da Çin’in istihbarat konusuna yaklaşımının stratejik boyutta olduğunu ve son derece önem verildiğini teyit eden bir bilgi olarak değerlendirilebilir. Tabi Sun Tzu’nun eserinin dünyanın önde gelen tüm ülkelerinde bir başucu kitabı olduğunu da eklemek gerekiyor. Bu nedenle aynı etkiyi tüm ülkelerde görmek de mümkün.
Örneğin Carl von Clausewitz ve Liddell Hart bile savaşta istihbarat konusuna çok az yer verirken Sun Tzu, “Savaş Sanatı”nın son bölümünün tamamını istihbarat konusunu tartışarak geçiriyor.
Bu da Çin’in istihbarat konusuna yaklaşımının stratejik boyutta olduğunu ve son derece önem verildiğini teyit eden bir bilgi olarak değerlendirilebilir. Tabi Sun Tzu’nun eserinin dünyanın önde gelen tüm ülkelerinde bir başucu kitabı olduğunu da eklemek gerekiyor. Bu nedenle aynı etkiyi tüm ülkelerde görmek de mümkün.
Sonuç
olarak değişen ve dönüşen bir dünyada yükselmekte olan (ya da olduğu iddia
edilen) bir gücün çağın değişen maddi ve ideolojik şartlarına uyum sağlama
çabası o ülkenin stratejik yaklaşımının kökenlerine inilerek daha verimli bir
şekilde analiz edilebilir.
Çin’in
stratejik aklına kapsamlı bir şekilde bakabilmek için de imparatorluk olduğu
dönemden günümüze geçirdiği ideolojik ve kültürel dönüşümleri analitik bir
düzlemde incelemek ve sürece etki eden faktörleri belirlemek gerekiyor.
Bu bağlamda Sun Tzu ve son dönemde Çin’in stratejik belgelerinde kullanılan dil analiz için önemli ipuçları barındırıyor.
Bu bağlamda Sun Tzu ve son dönemde Çin’in stratejik belgelerinde kullanılan dil analiz için önemli ipuçları barındırıyor.
“Sınırsız Savaş”
isimli kitabın Çin’in askeri ve stratejik yaklaşımındaki önemi, özellikle
silahlı harpten, sınırların kalktığı ve tüm katmanlara nüfuz eden yeni bir
savaşın tanımının yapılması ile beraber stratejik yaklaşımı yeni bir düzeye
taşımasıdır. Ancak bu stratejik yaklaşımın kökenlerinin de Sun Tzu’da aranması
gerektiğini ayrıca not etmek gerekiyor.
Sun
Tzu’nun en bilinen birkaç özdeyişi ile yazıyı noktalayalım.
“Tüm savaşlar aldatmacalara ve şaşırtmaya
dayanır.” … “Koşullar ne kadar lehinize de olsa planlarınızda yeni durumlara
göre zaman zaman değişiklikler yapmakta fayda olacağını sakın unutmayın.”
0 Comments