Kuruluşundan bu yana ÇHC’nin dış politikasında izlediği yaklaşımları belirli dönemlere ayırmak mümkündür. 1949-79 arası Mao’nun tahkim ettiği ‘devrimci diplomasi’ dönemi olarak nitelenebilir. 1979’dan 2009’a kadar geçen süre ise “kalkınma diplomasisi” şeklinde tanımlanabilir. 2009’dan bu yana geçen süreci ise Çin’in yükselişinin iyice belirmesi ve küresel rekabetin keskinleşmesine koşut olarak daha reel ve atılgan bir aşama olarak betimleyebiliriz.

Özellikle Xi Jinping ile beraber iyice belirginleşen “atılgan ve iddialı” yaklaşım geçmiş diplomatik yaklaşımlardan bir kopuşu tercih etmemekle beraber daha iddialı bir güç projeksiyonu ile bu iki yaklaşımın füzyonunu daha makul görüyor. Yani Çin, barışçıl yükselişin devam etmesi konusunda aynı kararlılığa sahip ancak uluslararası ortamın gidişatı hususunda “reel bir gözlem” yapmayı da ihmal etmiyor.

ABD’nin diplomasi retoriği Çin’in retoriğini keskinleştiriyor

2018’den bu yana ABD ve Çin arasında artan rekabet iyice ayyuka çıkarken virüs salgını sonrasında oluşan küresel düzendeki ‘tektonik değişim’ beklentisi iki güç üzerinde ciddi bir stres biriktirmiş durumda. Özellikle küresel virüs salgını ile beraber ABD medyası ve devlet ricalinin Çin'i sürekli eleştirmesi ve virüsü "Çin virüsü" şeklinde sunmaları Çin tarafında bardağı taşıran hamleler olarak görülüyor.

Wall Street Journal gibi batının amiral medya kuruluşlarının "Asya'nın hasta adamı" şeklinde manşetler atması ise batı tahayyülündeki geçmiş Çin algısının yeniden hortladığını gösteriyor. Buna koşut olarak son dönemde Çin'in kullandığı diplomatik dilin değişimi ile ilgili "savaşçı kurt diplomasisi" tartışmaları yapılmaya başlandı. Son on yıldır genelde resmi metinler üzerinden giden diplomatik dil daha çatışmacı bir eğilime sahip gibi görünüyor.

‘Savaşçı kurt diplomasisi’, Çin'in ulusal çıkarlarını savunmak adına Çin'e yapılan herhangi bir eleştiriye karşı genellikle sert bir tutum benimsemek olarak adlandırılıyor. Çin ise aynı fikirde değil. Çinli diplomatlara göre kurtların olduğu yerde diplomasinin bu şekilde bir eğilime sahip olması son derece normal. Bazı uzmanlar ise bu eğilimi Xi Jinping’in önderliğinde ortaya çıkan şiddetli bir milliyetçi dönüşün simgesi olarak görüyor.

Çin'in alçakgönüllü seçkin diplomat ekolünün zarar gördüğünü savunanlar Çin'in bu şekilde "güven kaybı" yaşayacağını iddia ediyor.

Dünya siyasetinin ve modern jeopolitiğin son derece karmaşık olduğundan dem vuranlar ise Çinli diplomatların “çok erken davranıp çok yüksek ses çıkardıklarını” belirterek Çin'in malum stratejik sabrının devreden çıktığını düşünüyorlar.

‘Savaşçı Kurt mu Kung-Fu Panda Diplomasisi mi?”

Çin dışişleri bakanı Wang Yi ise “savaşçı kurt diplomasisi” ile ilgili sorulan sorulara “Çin asla kavga etmeyi ya da başkalarına zorbalık yapmayı seçmedi. Çin’in ilkeleri ve cesareti var ve ulusal haysiyetini kararlı bir şekilde savunmak için kasıtlı hareketleri geri püskürtecektir” şeklinde yanıt verdi. Bu da Çin dışişleri bakanlığının söz konusu eğilimi desteklediğini gösteren bir işaret olarak okunabilir.

Çin'in İngiltere Büyükelçisi Liu Xiaoming ise “etrafınızda kurtlar olduğu sürece onlarla savaşmak için kurt savaşçılar olmalı. Kurtlarla karşı karşıya kaldığımızda güçlü bir şekilde mücadele etmeliyiz; ama halkla karşılaştığımızda onlara gösterdiğimiz şey barışçıl, işbirliğine dayalı ve dostça bir Çin”derken Çin’in İtalya Büyükelçisi Li Junhua "Kung-fu Panda" muhtemelen Çinli diplomatlar için ‘Kurt Savaşçısı’ ile karşılaştırıldığında daha doğru bir metafor” dedi.

Çin diplomasisinde son dönemde özellikle ABD, Avustralya ve diğer ülkelere karşı giderek sertleşen bir tavır dikkat çekiyor. Bu arada söz konusu yaklaşımın Çin'de popüler olduğunu söylemek mümkün. Bu durum aynı zamanda Çin diplomasisinin muhafazakar, pasif ve düşük profilden daha proaktif ve yüksek bir profile geçişine işaret ediyor.

"Kurt Savaşçı" (Wolf Warrior) terimi aslında Çin'de çok popüler olan ve Çin özel kuvvetlerini anlatan bir film serisinden geliyor.

Çin tarafında bu diplomatik dili en çok kullanan ve dikkat çeken isimler Çin dışişlerinden Hua Chunying ve Zhao Lijian. Özellikle Twitter'ın bu yeni diplomatik yaklaşımın kullanılmasında önemli bir yeri olduğu görülüyor. Xi Jinping'in son yıllarda "savaş ruhundan" sıklıkla bahsetmesi de dikkat çekiyor.

Bu arada bu eğilimin ortaya çıkması ve güçlenmesinin altından yatan sebeplerden birisi Çin’in Batı medyasının Çin ile ilgili ideolojik ve önyargılı bir yaklaşım içerisinde olduğuna inanması. Bu bakımdan savaşçı kurt diplomasisini Çin'in “Çin hikayesini anlatma” çabasının bir parçası olarak görmek mümkün.

Ancak Çin diplomatlarının tamamı bu yeni normali kabul etmiyor. Mesafeli yaklaşanlar ve eleştirenler de var. Örneğin ABD büyükelçisi Cui Tiankai savaşçı yaklaşımı benimsememiş ve Zhao’nun virüsü 'ABD ordusu getirmiş olabilir' şeklindeki teorisini “çılgınca” bulmuştu. Bir diğer kıdemli diplomat Fu Ying ise Çinli diplomatların “alçakgönüllülük ve hoşgörü ruhunu desteklemeleri" gerektiğini söyledi.

‘Savaş yazgısından’ kaçınmak ve realist dönüşün maliyeti

Bütün bu bulgulardan hareketle Çin'in küresel olarak zayıf kalan yumuşak gücünü yeni söylemsel pratiği ile daha da zayıflattığını söyleyebiliriz. Ancak bununla beraber batı medyasında çıkan ve kanıta dayanmayan ön yargılı haberlerin de bu eğilimi pekiştirdiğini söylemek mümkün. Çin; ulusal çıkarları sıkı bir şekilde savunmak ve yumuşak gücünü muhafaza etmek arasında bir denge kurmak zorunda. Bu ciddi bir zorluk getiriyor. ABD'nin sürekli çevrelediği ve her cepheden sıkıştırdığı bir konjonktürde Çin, daha fazla ne kadar manevra yapabilir sorusu önem kazanıyor.

Çin dışişleri bakanının her yıl yapılan “iki toplantı”nın ardından yaptığı açıklamada “yeni bir soğuk savaştan” kaçınmanın gerekliliği üzerinde durması Çin tarafının manevra sahasının daralması ile ilgili önemli bir işaret. Bu noktada küresel hegemonya bağlamında Graham Allison’un “Destined for War : can America and China escape Thucydides' Trap?” isimli kitabını hatırlamak mümkün. Kitap özetle ‘yükselen bir güç, yerleşik gücü yerinden etmekle tehdit ettiğinde en olası sonuç savaştır.’ tezini savunuyor.

İki güç “savaş yazgısının” önüne geçebilir mi? Buradan hareketle Thucydides’in “The History of Peloponnesian War” isimli eserinde “insanlar savaşa girdiklerinde işleri yanlış şekilde yaparlar. İlk önce eylem gelir ve sadece acı çekmeye başladıklarında düşünmeye başlarlar” cümlesini hatırlamak gerekiyor. ABD-Çin ilişkileri de bu açıdan bakıldığında son derece bağımlı ve küresel ekonomiyi bu bağımlılık üzerinden hassas bir şekilde etkileyebilecek bir kapasiteye sahip.

İki güç, en olası sonucun getireceği yıkım ve zarara direnebildiği ölçüde rekabetin yine içerisinde olduğu yeni bir işbirliği zemini yaratabilir mi bunu zaman gösterecek. Ancak görünen o ki hem ABD’nin hem de Çin’in “kaçınmaya” pek de çabalamadıkları bir anafora doğru sürüklendikleri kesin. Sonuç olarak Çin’in dış politikasında “agresif bir yaklaşımın” ağır bastığını söylemekten ziyade Çin'in küresel ağırlığının artması ile beraber diplomatik yaklaşımının ‘barışçıl yükselişe bağlı’ ancak uluslararası koşullara uygun bir ‘realist dönüş’ içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.