iranian flag
“Stratejik Derinlik” kavramı aslında askeri bir terimdir. Herhangi bir muharebe sırasında çekilebileceğiniz ve lojistik sağlayabileceğiniz alanı ifade etmektedir. Ahmet Davutoğlu ise bu askeri terimi siyasal ve tarihsel bir bağlama yerleştirerek yeni bir anlam örüntüsü kazandırmıştır. “Stratejik Derinlik” isimli önemli eserinde kavramın Türkiye için tarihsel, teorik ve uygulama alanları olmak üzere üç boyutundan bahsederek, imparatorluk bakiyesinden kalmış zihinsel coğrafyanın bir stratejik derinlik olarak ortaya çıktığının altını çizmiştir.

Bu kavramsal tanımlamadan sonra “stratejik derinliğin” İran adına ne anlama geldiğini analiz etmek için 1979 İran İslam devrimi öncesi ve sonrası İran’a bakmak gerekiyor.

Şah dönemi İran, ABD’nin bölgedeki en büyük müttefiklerinden birisidir. Farsi bir geçmişe sarılmış ve iktidar alanını bu dar çerçeve üzerinden inşa etmiştir. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde yaşayan Şiilerle ilgilenmemektedir. Dinsel ve mezhepsel bir tanımlamadan çok seküler bir farsi İran inşa etmenin derdine düşmüştür.

İran’ın tarihindeki dini damar, Şiilikle yoğrulmuş ve kronik bir ağıt kültürünün üzerinde yükselmiştir. Bu nedenle güncel seküler politikaların bu alanı daraltması mümkün olmamış, din adamlarının yoğun propagandaları sonucu İran’da İslami hareketler her zaman güncel ve güçlü kalabilmişlerdir. Humeyni ile başlayan hareket İran’da bir “devrim” ile sonuçlanmış ve İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Bunun ardından başlayan devrim ihracı İran devletinin “stratejik derinliğini” fark etmesiyle farklı bir dinamik kazanmıştır. İran bir süre sonra Irak ile büyük bir savaşa girişmiş, bu savaş sonucunda hem farsi hem de Şii kimlik iç içe geçerek güçlü bir melez kimliğin inşasını mümkün kılmıştır.

İran İslam Cumhuriyeti, dış politikasında her zaman stratejik derinliğinin farkında olmuştur. Farsi kimliğini unutmayacak kadar rasyonel, Şiiliği bölgede önemli bir enstrüman olarak kullanabilecek kadar inşa edici bir dış politika izlemiştir. İslam devrimi sonrasında Şiilerin yaşadığı ülkelerde özellikle Suriye ve Lübnan’da Hizbullah’ın askeri ve siyasi politikalarını destekleyerek bir bakıma bugün çok tartışılan “vekalet savaşları” (Proxy wars) stratejisinin temellerini atmıştır. Ortadoğu’nun bölgesel bir rekabet alanı olduğunu varsayarak bölgedeki diğer aktörleri elimine edecek ve zayıf düşürecek siyasi projeler üzerinde “stratejik derinliğini” tahkim etmiştir.

İran, stratejik derinlik olarak addettiği Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Afganistan ülkelerinde yürüttüğü vekalet savaşları ile aynı zamanda savunma hattını da genişletmiş olmaktadır. Savunmasını bu derinlik üzerinden sürdürerek ezeli düşmanı İsrail’e ciddi bir mesaj vermektedir. İsrail devletinin ise böyle bir stratejik derinliği yoktur ancak küresel batıyı arkasına almış olması, güçlü bir Yahudi lobisi ve nükleer silahlara sahip olması hasebiyle ciddi bir taktik üstünlüğü vardır. Bir tarafta İsrail’in taktiksel üstünlüğü diğer tarafta ise İran’ın stratejik derinliği karşı karşıyadır.

Bu bölgesel rekabete son dönemde çıkarlarının tehlikede olduğunu gören Suudi Arabistan da katılmıştır. Suudi Arabistan’ın askeri bir Arap Birliği kurması ve Yemen’e müdahalesi, Suudilerin Yemen’in güvenliğini kendi güvenlikleri olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. İran’ın giderek artan oranda yayılması bunun yanında P(5)+1 ülkeleri ile yaptığı nükleer müzakerelerin başarıya ulaşması gerek İsrail’i ve gerekse Arapları kara kara düşündürmektedir.

Sonuç olarak İran, stratejik derinliğini mezhepçi bir politika ile inşa etmeye çalışmaktadır. Bu inşa çabasına karşılık Suudiler ve İsrail direnç göstermeye çabalarken, küresel Batı’nın İran ile olan nükleer anlaşması çerçeveyi daha da genişletmiştir. İran stratejik derinliğini, IŞİD gibi örgütler üzerinden meşruiyet kazandırma şansını yakalamış ve bunu çok iyi kullanmıştır. Öyle ki ABD ile Tikrit’te ortak operasyon yapıyor görüntüsü bile vermeyi başarmıştır.

Bundan sonra ne olur? İran stratejik derinliği olarak addettiği bölgelerde faaliyetlerine devam eder. Buna İsrail direnç gösterecektir. Ayrıca Suudi Arabistan’ın da artık savaş dahil taviz vermeyeceği görünmektedir. Nükleer anlaşmanın haziran ayı sonunda nihai bir aşamaya geleceği konuşulmakta ve o güne kadar anlaşmayı rayından çıkarmaya dönük hamleler olabilecektir. Yaklaşık 20 ay sonrasında Obama’nın da Başkanlıktan ayrılacağı hesaba katılırsa, yeni dönemde başa gelecek ABD Başkanının ve ABD kongresinin İran meselesine bakış açısı ve tutumu konuyu netleştirecektir. İran bugün nükleer müzakerelerde kazanılan çıkarları kutlamaktadır fakat Hamaney ve İranlı muhafazakarlar da anlaşmaya “şimdilik evet” kaydı ile yaklaşmaktadır. Yani işler İran’da da dışardan göründüğü gibi değildir.