İlahiyat alanında son dönemlerde en çok tartışılan ve analiz edilen konulardan birisi de Selefilik ya da Selefiyye olayıdır. Öncelikle s...
İlahiyat alanında son dönemlerde en çok tartışılan ve analiz edilen konulardan birisi de Selefilik ya da Selefiyye olayıdır. Öncelikle selefiliği İslam içerisinde bir ekol(okul) olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz. Çeşitli alimlerin ortaya attığı görüşlerin bir araya gelerek bir “anlama biçimi” oluşturduğu ve bu biçimin de sarsıntıları günümüze kadar gelen bir damarın oluşmasına vesile olduğunu söyleyebiliriz. Dini motifli radikal hareketlere motivasyon kaynağı olması aynı zamanda işin güvenlik boyutunu ortaya çıkarmakta ve dolayısıyla selefiliğin daha ayrıntılı araştırılması ve analiz edilmesi gereğini ortaya çıkarmaktadır.
Selefilik, kendi içerisinde birçok farklı kola ayrılan son derece karmaşık bir kavramdır. İslam tarihinde ilk üç kuşağı Sahabe, Tabiin, Tebe-i Tabiin temsil iddiasında olan günümüz selefiliği aynı zamanda kendisini ehli sünnetin tek temsilcisi olarak da takdim etmektedir. Selefiyye ekolünü diğerlerinden ayıran iki temel özelliği vardır. Bunlardan birincisi literalist yani metin odaklı olması (Kuran-ı Kerim ve Hadisler dışına çıkmama) ikincisi ise kendilerini fırka-i naciye (kurtulmuş fırka) olarak görmeleridir.
Selef, bir makamda kendinden önce bulunmuş olan kimse anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber: “İnsanların en hayırlısı, benim çağımda yaşayanlardır, sonra onlardan sonra gelenler, sonra bunların peşinden gelenlerdir” buyurmuştur. Bu sebeple selef, Kur'an ve sünnette yani nas’ta Allah'ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili hususları, mecazi manasına bakmaksızın, olduğu gibi kabul etmektedir.
Selef kavramını ilk kullananlar Ebu Ubeyd, Zühri, Süfyan, Malik b.Enes ve Şabii’dir. Selefiyye kelimesini ilk kullananlar ise İbni Teymiyye ve İbnu’l Kayyim el-Cevzi’dir. Ahmed b. Hanbel ismi, bu hareketi üçüncü yüzyılda olgunluğa ulaştıran bir isim olarak bilinmektedir. Ahmed b. Hanbel, hadis taraftarlığının getirdiği yaklaşım ile selefiliğin alt yapısını dolaylı yollardan hazırlayan isim olmuştur. Selefilik terimi, dışarıdan almaya karşı İslam'ı yeniden inşa etme niyetine tekabül etmektedir. Felsefeye, eleştirel düşünceye, tasavvufi tefekkür biçimine din adına karşı çıkılmaktadır.
İlk nesiller eliyle din tamamlanmıştır. Bağlamından koparılarak günümüze uygulanan ve tamamen nassın çizdiği çerçeveden çıkmamayı öğütleyen selefi yaklaşım böylece ehl-i rey ile ehl-i hadis arasındaki gerilimi ortaya çıkarmaktadır. Akli yolu seçen ve ehl-i rey olarak adlandırılan kesime göre tevil yapılabilir ve içtihat konusu son derece önemlidir. Buna karşılık nakli yolu seçen ehl-i hadis’e göre ise tevil kesinlikle kullanılmamalı sadece nakledilen ile yetinilmelidir. Çünkü insanın akli kapasitesi nakledileni tevil ederse onu değiştirmiş olmaktadır.
Selefi ekolü kabaca üçe ayırmak mümkündür: Geleneksel selefi söylem(mütekaddimin), İbni Teymiyye ile sistemleştirilen söylem (müteahhirin) ve günümüzde gittikçe yükselen ve radikal bir noktaya varan cihadi selefilik.
Cihadi selefi söylem özellikle Soğuk savaşın dünyayı kuşattığı dönemde selefi metodun ciddi bir dönüşüme uğraması sonucunda ortaya çıkmıştır. Vehhabilik ise daha çok milli bir Arap hareketi formatında kalmıştır. Vehhabilik otorite ile olan bağını meşru bir zeminde tutmaya özen göstermiş ve bunun getirmiş olduğu etkiler daha sonra Suud selefiliğinde de bir takım dönüşümlere neden olacaktır. Suudi Arabistan’ın topraklarını yabancı askeri güçlere açma gibi durumlarda Suud vehhabiliği bir kafa karışıklığı yaşamış ve bu kafa karışıklığının ortaya çıkardığı iklimde Usame Bin Ladin gibi isimler Suudi selefiliğini yoğun bir eleştiriye tabi tutmuşlardır. Bu noktadan sonra Mısır’da önemli yer tutan selefi anlayış özellikle cihadi selefilik anlamında zemin kazanmaya başlamıştır.
Selefi ekolün sertleşmesi ve küreselleşme ile birlikte kıyama başlaması aslında Afganistan’da mücadele eden mücahitlerin savaşın ardından dünyanın farklı bölgelerine yayılmaları ile ortaya çıkmıştır. Fakat ondan önce fikri arka planda yaşananlar ve selefi ekolü sürekli cihat yapılmasını gerektiren bir söyleme dönüşmesinin ilk nüveleri Mısır’da ortaya çıkmıştır.
Ayrıca Suudi Arabistan’da Cuheyman el-Atibi liderliğinde örgütlenen yeni selefi akım, giderek sertleşen ve keskinleşen bir durum ortaya çıkarmıştır. Selefi yorum böylece muhafazakarlıktan cihatçılığa evrilmenin önemli bir örneği olarak öne çıkmaya başlamıştır. Hatta hareket öyle bir noktaya gelmiştir ki İslam’ı saflaştırmak ve Arabistan topraklarını “kafir kraliyet hizbinden”, onları destekleyen dini liderlerden kurtarma adına 20 Ekim 1970’te Kabe’yi ele geçirmeye çalışmıştır.
Afganistan’da yirmi binden fazla olan Arap kökenli savaşçı sadece savaşmakla kalmamış aynı zamanda selefi propaganda yaparak Taliban’ın bugünkü halini almasını sağlamışlardır. Bu teşkilatın başında Abdullah Azzam yer almıştır. Kendisi aynı zamanda Üsame Bin Ladin’in dolayısıyla El-Kaide’nin teorisyeni olarak bilinmektedir. Azzam, Peşaver’de tüm Ortadoğu’dan gelen gönüllüleri Afganistan’a ulaştırma görevini üstlenen “hizmetler bürosunu”(Mektebet’ul Hidamat) kurmuştur. Bu büro aynı zamanda El-Kaide’nin öncülüdür. Abdullah Azzam “müzakere yok, diyalog yok sadece cihat ve silah var” diyerek selefi söylemin geldiği noktayı özetlemiştir.
Bugün radikal hareketlerin önemli referans metinlerinden birisi de İbni Teymiyye’nin 600 yıl kadar önce Mardinli Müslümanların, Moğol istilacılarına karşı savaşmalarını söylediği fetvadır. Mardin fetvası olarak bilinen bu fetvada İbni Teymiye;
“…orası dar-ül harp mi yoksa dar-ül İslam mı sorusu (karmaşık) bir sorudur. İslam şeriatının uygulandığı ve askeri gücün Müslüman olduğu dar-ül İslam değildir, öte yandan ahalisi gayr-ı müslimlerden oluşan bir dar-ül harp de değildir. Üçüncü bir gruba girer, oradaki Müslümanlar İslamca tanınmış haklarına göre, gayrı müslimler de İslam şeriatı hakimiyeti dışında yaşadıkları için kendi haklarına uygun muamele edilmelidir….”
demektedir. Burada muamele edilmeli kelimesi üzerinden cihad yapılması gerektiği fikri oluşmuştur. Bugün küresel güçlere anti bir duruş sergileme meselesi de bu dönemden gelmektedir. İbni Teymiyye sadece selefilik ekolü içerisinde değil aynı zamanda İslamiyet içerisinde de önemli bir alim olarak öne çıkmaktadır. Yönetimin İslami kurallara göre yapılması gerektiği konusunda fikirler ortaya atan ve bunu yoğun bir şekilde tartışan ayrıca otorite konumunda bulunan kişilerle de sürekli sorunlar yaşayan birisi olarak bilinmektedir. Ayrıca kendisinin Minhacü's Sünne isimli Şiilerin İslam dışında bir fırka olduklarını kanıtlamaya çalışan bir eseri de bulunmaktadır ki bugünkü radikal hareketlerin Şii karşıtlığı noktasında en önemli referans metinlerinden birisi de budur.
Bin Ladin'in Aralık 2001'de verdiği bir mülakatta şu ifade dikkat çekmektedir: "Operasyonları gerçekleştiren gençler bilinen yaygın anlamıyla bir fıkhın takipçisi değillerdir. Onların kabul ettiği fıkıh, (sadece) Hz. Peygamber'in getirdiklerini esas almaktadır.'' Suudi alimler Usame Bin Ladin’in kesinlikle bir Selefi değil, olsa olsa bir Kutbi (Seyyid Kutub’a hitaben) olduğunu söylemektedirler. Suudi Selefiyye'nin ulaştığı bu netice, Cihatçılarla Suudçular arasındaki ayrılığın ne boyutta derinleştiğini açıkça göstermektedir.
Aslında bu ayrım Mısır ve Suudi yaklaşımı içerisine sıkışmış durumdadır. Seyyid Kutub’tan bu yana Mısır’dan tüm dünyaya yayılan ve politik olandan uzak kalmayı değil tam aksine tamamen politik olanın içinde kalmayı tercih eden anlayış ile otorite ile olan bağını özenle korumayı tercih eden Suudi yaklaşım bir çatışma süreci içerisine girmiştir. Bugün Suudi Arabistan’ın bir yandan radikal hareketlerin destekleyicisi olarak itham edilmesi ile Suudi Arabistan’ın IŞİD tarzı yaklaşım ile mücadele etmesinin ortaya çıkardığı çelişki dikkat çekmektedir.
Bunun yanında İslamofobik yaklaşımın da dini motifli radikal hareketlerin devinim göstermesine katkı sağladığını söylemek mümkündür. Bugün bu tarz hareketlerin devrimci bir şiddet sarmalı içerisine girerek anti-küresel hareketlerle benzer görüntüler çizmesinin altında Küresel Batının İslam dinini terör ile eşitleyen söylemleri yatmaktadır. Anti parantez Arap Baharı gibi hareketlerin başarısızlığa uğraması da dini motifli radikal hareketlerin bir anda opsiyon olarak öne çıkmasına neden olmuştur.
Selefilik konusunda şunu iyi görmek gerekmektedir. Ahmed Bin Hanbel ile oluşan süreç İbn Teymiyye tarafından teorize edilmiş, Muhammed bin Abdülvehhab döneminde otoritenin alanında yeniden yapılanmış, Mısır örneğinde dışardan bazı kavramları kendisine ekleyerek demokrasi seçimler siyaset gibi modern alana sirayet etmiştir. Daha sonra Afganistan savaşı ile beraber burada savaşmaya gelen kişilerin motivasyonu olarak yeniden ortaya çıkmış Abdullah Azzam, Makdisi, Eymen El Zevahiri ve Abdusselam Fereççok gibi isimlerin söylemleri ile yeni, keskin ve sert bir aşamaya geçerek dönüşüm geçirmiştir. Bu dönüşümün kodlarını anlamadan ve bu sürecin arkasında yatan sosyal, küresel, jeopolitik ve ekonomik dinamikleri analiz etmeden dönüşümün nasıl olduğunu ve nereye doğru gideceğini görmek son derece güçtür.
Konuyla ilgili daha derin ve geniş okumalar yapmak için;
Mehmet Ali Büyükkara'nın 11 Eylülle Derinleşen Ayrılık:Suudi Selefiyye ve Cihadi Selefiyye, isimli makalesi,
Mehmet Zeki İşcan'ın Selefilik İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri isimli son derece kapsamlı kitabı,
Sönmez Kutlu'nun İslam Düşüncesinde Geleneksel Din Söyleminin Analizi isimli makalesi,
Vecihi Sönmez'in Selef Düşüncesinin Tarihi Arkaplanı ve Selefilik isimli makalesi,
Ahmet Yönem'in Şii-Sünni İlişkileri Bağlamında Günümüz Selefiliği isimli makalesi okunabilir.
YORUMLAR