ABD’nin ya da daha doğrusu Trump’un 8 Mayıs 2018 tarihinde İran ile yapılan P5+1 nükleer anlaşmasından çekilmesi Ortadoğu’yu bir andan bölgesel bir karışıklığın içerisine sokmuş görünüyor.

İran ile yapılan nükleer anlaşma Ortadoğu'da ittifaklar arası bir denge sağlamıştı. ABD'nin bu hamlesi söz konusu dengeyi ortadan kaldırmıştır. Ayrıca ABD ve Avrupa arasındaki transatlantik ittifak çatlamış ve Avrupa kendi kaderini kendi belirlemek zorunda kalacaktır.

Trump ve Bolton'un ısrarla istediği İran'da rejimin değişmesidir. Ancak yaptıkları bu hamle ile İran'da Ruhani'nin eli zayıflayacaktır. Buna karşılık olarak Devrim Muhafızları gibi yapılar ülke yönetiminde daha etkin olabilecekleri bu fırsatı değerlendireceklerdir.

Sonuç olarak İran'da rejimi değiştirmeye çabalayan ABD, büyük bir çelişkiyi içinde barındıran bir hamle ile rejimin daha da güçlenmesi ve kontrol edilemez bir hale gelmesine neden olacaktır.

Şu bir kez daha gösterdi ki Trump'un ve ABD'nin İran konusunda alternatif bir planı görünmüyor. Tek amaç Obama döneminde kotarılmış bazı diplomatik başarıları yerle bir etmek. ABD'nin verdiği bu karar aynı zamanda Ortadoğu'da diğer devletlerin nükleer silahlanma konusunda önünü açacaktır. Suudiler ve Mısır da bunun başını çekecektir.

Eğer ABD'nin çözüme yönelik bir planı yoksa, anlaşmadan çekilmesinin sonuçları kaosa neden olabilir. İran tekrar 2015 öncesindeki statükoya geri döner. Avrupa ve ABD arasında derin bir çatlak oluşur ve ABD var olan konumunu zayıflatır.

Muhtemelen ABD bir kaç aşamalı bir yaptırımlar hiyerarşisi uygulayacaktır. Ekonomik baskı, politik baskı ve masada tutulan "askeri seçenek"... Gelişmeler böyle devam ederse savaşın düşük bir ihtimal olarak hesaplandığı geçmiş konjonktüre nazaran artık mümkün olduğu görülmektedir.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani  yaptığı açıklamada, ABD'nin  2015 nükleer anlaşmasını terk etme kararından pişman olacağını  ve  ABD'nin Tahran'a Ortadoğu'daki etkisini sınırlamak için yapacağı baskıya karşı koyacağını söyledi.

Ruhani: "Defalarca nükleer bombaya sahip değiliz dedik ve olmayacağımızı söyledik ... ama İran'ı zayıflatmak ve bölgedeki ya da küresel olarak etkisini sınırlamak istiyorlarsa, İran sert bir şekilde direnecek,” dedi.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, televizyonda yayınlanan habere göre, Tahran’ın "nükleer anlaşmanın ihlal edilmesine yönelik şiddetli tepkisinin Amerika için hoş olmayacağını" söyledi.

ABD ve İsrail ise Trump'un 12 Mayısta "nükleer anlaşma" ile ilgili vereceği karara kilitlenmiş durumda. Trump, nükleer anlaşmaya İran'ın füze kapasitesinin de dahil edilmesini istiyor. Ayrıca IRGC'nin (Devrim Muhafızları) bölgesel faaliyetleri de anlaşmazlık oluşturan bir başka nokta.

ABD eriyen hegemonyasını keskin ve sert politikalar inşa ederek yavaşlatmaya çalışıyor. Bu kapsamda bölgesel anlamda hegemon olan devletler de hedefine girmiş durumda. Rusya ile yaşanan Ukrayna ve Kırım hadisesi, İran’ın bölgedeki askeri hareketliliği ABD kendi açısından birer ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlıyor.

Arap baharının Ortadoğu’da yarattığı güç boşluğu ve meşruluğu tartışılan yöneticilerin etkisizliği İran’ın bu boşluğu doldurması için gereken zemini ortaya çıkardı. Ayrıca DEAŞ ile mücadele kapsamında İran’ın bölgede etkisini arttırdığı da bir başka gerçek olarak duruyor. Hatta ABD askerleri ve Kasım Süleymani’nin aynı karede olduğu Tikrit operasyonu hala akıllarda. Adı konulmamış bir ABD-İran ittifak tecrübesinden bile bahsetmek mümkündü. Tabi köprünün altından çok sular akmış olmalı ki o meşum kavram “ortak çıkarlar” artık yok.

İran Dışişleri Bakanı Javad Zarif’in yaptığı açıklamada, ABD'nin geri çekilmesinin ardından Avrupa'nın pek çok Avrupalı şirketin İran'daki yatırımlarına son vermesi halinde Avrupa'nın uluslararası nükleer anlaşmayı kurtarmak için siyasi desteğinin yeterli olmadığını söyledi. Zarif ayrıca AB ülkeleri yatırımları daha da arttırmalı diye de ekledi.
İran ile AB ticareti, geçen yıl 20 milyar Euro'yu aştı ve ihracatın çoğu makine ve nakliye mallarıydı ve ithalatın büyük bir kısmı enerji ile ilgili ürünlerdi.

İran, Avrupa’dan somut adımlar atılmasını bekliyor. Anlaşmanın ABD dışında kalan ülkeleri her ne kadar anlaşmada kaldıklarını açıklasalar da İran ekonomisini ayakta tutacak hamleler yapma konusunda şimdilik temkinli görünüyorlar.

Bu arada İran’ın Çin Büyükelçisi Ali Asghar Khaji, Pekin’in anlaşmayı desteklemek için olumlu bir rol oynadığını ve Tahran’la ekonomik işbirliğini ilerleteceğini söyledi. Ayrıca İran petrol bakanı Bijan Namdar Zanganeh, devlete ait Çin Ulusal Petrol Şirketi'nin, İran'daki büyük gaz sahası projesinde Fransız enerji şirketi Total'in yerini almaya hazır olduğunu da belirtti.

Obama dönemi ABD dış politikasının belki de en önemli hamlelerinden birisi olan nükleer anlaşma Ortadoğu’da büyük barışı getirebilecek bir anlaşma olarak hayal edilmişti. Anlaşmanın yapılmasının ardından İran ekonomisine yönelik yaptırımlar kaldırıldı ve Tahran'ın uluslararası pazarda petrol ve doğalgaz ticaretini sürdürmesine izin verildi. Dondurulmuş İran varlıklarında toplam 100 milyar dolar da serbest bırakıldı. O zamandan bu yana İran, ülkesini yavaş yavaş Avrupa yatırımları dahil olmak üzere yabancı yatırımlara açmış ve daha fazla uluslararası ziyaretçiyi ağırlayarak, ekonomisine milyarlarca dolar enjekte etmişti.

Sonuç olarak nükleer anlaşma “işe yarayan” bir anlaşma idi. Ancak İran’ın bölgede vekil özneler aracılığıyla hegemonyasını inşa etmeye başlaması hem ABD’yi pasifikten Ortadoğu’ya döndürdü hem de bölgeyi nükleer bir savaştan koruyan anlaşmayı ortadan kaldırmış oldu. İran, AB ülkeleri ve Çin ya da Rusya ile yoluna devam edebilir mi sorusunun cevabı ise şimdilik zayıf görünüyor. Cılız bir destek olduğu doğru ancak İran’ı tamamen koruma çemberine alan bir destek görünmüyor.

İran'a yönelik uygulanacak yeni stratejik plan hakkında Heritage Foundation'da bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, "İran'a tarihin en güçlü yaptırımlarını uygulayacaklarını" söyledi.

Pompeo, Tahran'ı İranlı vekil savaşçılara desteği kesmesi için çağrıda bulunarak İran'ın JCPOA anlaşması konusunda her şeyi kötü yaptığını belirtti. Ayrıca Devrim Muhafızlarını Avrupa'da yapılan bazı suikastlerden sorumlu tuttu.

Pompeo, JCPOA anlaşması dünyayı ölümcül kusurları yüzünden riske attı ve Kasım Süleymani'yi de isim vererek eleştirdi. Hizbullah'ın finanse edilmesinin Suriye'yi bir ölüm bölgesine çevirdiğini de ekledi.

Pompeo, İran hükümetini tüm hazinesini Ortadoğu’daki vekalet savaşlarına harcamakla ve El-Kaide'ye sponsor olmakla suçladı. İran'ın Akdenize bir koridor açmaya çalıştığını ve nükleer anlaşmayı da bu amaçla bir tabanca gibi kullandığını söyledi.

Pompeo'nun İran hakkındaki taleplerini şöyle özetlemek mümkün:
1.     Ağır su reaktörlerini kapatın.
2.     Her yerde UAEA müfettişlerine izin verin.
3.     Balistik füze programını sonlandırın.
4.     ABD vatandaşlarını serbest bırakın.
5.     Hizbullah, Hamas,  Husiler, Taliban’a destek vermeyin.
6.     Suriye'den çekilin.
7.     Irak hükümetini destekleyin ve Irak'ta bulunan Şii milisleri silahsızlandırın.

Daha sonra bir de tweet atan Pompeo; “Heritage'de söylediğim gibi: İran  nükleer silah ve balistik füzelerini reddetmelidir. Saldırganlığı durdurulmalıdır. Devrim muhafızlarının kaynaklara erişimi kesintiye uğratılmalıdır. ABD, İran'ın kötü faaliyetlerine kalıcı bir çözüm bulmak için müttefiklerimizle birlikte çalışacak.” Demiş.

Bu verilerden hareketle İran üzerinde yüksek ekonomik bir baskı kurularak hataya zorlandığını söylemek mümkün. Ayrıca İran’ın ABD dışında nükleer anlaşmayı canlı tutma hevesine de ciddi bir darbe vurulmuş oldu. Son olarak da şunu eklemek gerekiyor ki ABD nükleer silahlardan ziyade İran rejimini hedef almış durumda. Rejimin değişmesi ABD ve bölgede İsrail’in hedefleri açısından ilk sırada yer alıyor.