Xi Jinping’in Tayvan'ı “ana kara” ile birleşmesi için Hong
Kong modelini izlemeye çağırması ve ABD’nin Tayvan’a silah satışına izin veren
bir anlaşmayı 2018 yılı içerisinde onaylamış olması, Tayvan boğazında yeni bir krizin
habercisi olabilir.
Trump yönetiminin 2018 yılı
içinde Tayvan Seyahat Anlaşması ve Asia Reassurance Initiative Act (ARIA)
dahil olmak üzere birtakım anlaşmaları onaylaması Çin tarafından derin bir
endişe ile karşılandı. Washington’un söz konusu anlaşmaları onaylaması aynı
zamanda 2017 Aralık ayında yayınladığı ulusal güvenlik belgesi ile bağlantılı
olarak okunabilir.
Washington bu yaklaşımı ile Tayvan’a
verdiği resmi desteği teyit ederken, Çin bu adımları bir çevreleme (containment) olarak algılıyor.
Çin
Sertleşiyor
Tayvan konusunda bu adımların
atılmasının ardından Çin tarafının tepkileri 2019 yılı ile birlikte artmaya ve
sertleşmeye başladı. Jinping’in Tayvan’a ana karaya bağlanması için çağrı
yapması ve gerekirse silahlı güçlerin kullanılabileceğini belirtmesi Çin’in
kararlılığını teyit eden bir çıkış olarak yorumlanıyor. Akabinde Jinping’in Çin
ordusuna “savaşa hazır olun” şeklinde verdiği muğlak ancak bir o kadar
anlamlı talimat ise yine bu resim içerisinde okunabilir.
Xi’nin açıklamasında yer alan “Boğazın iki yakasındaki siyasi bölünme nesilden
nesile aktarılamaz… Hiç kimse ve hiçbir güç Tayvan’ın Çin’in
bir parçası olduğunu ve boğazın her iki tarafının da Çin’e ait olduğu tarihsel
ve meşru gerçeğini değiştiremez…” şeklindeki açıklamalar Çin
tarafındaki kararlılığı anlatmaya yetiyor.
Fakat bu yaklaşımı Çin’in
klasik bir dış politika “retoriği”
olarak kabul edenler de var. Ancak konu retoriğe indirgenecek kadar basit
değil. Çünkü Çin’in genel stratejisi koşullar olgunlaşana kadar beklemek
üzerine kurulu. Bir başka önemli nokta ise sadece Tayvan konusunda kesin, sert
ve değişmeyen bir yaklaşım içerisindeler. Bunun yanında Tayvan ile ilgili
sürpriz gelişmeler olması halinde askeri bir cevap verebilecekleri konusunda
çok net ve kararlı bir duruş içerisinde görünüyorlar.
Mao’nun
Tahmini, Tayvan’ın Kaderi
Konu ile ilgili 1975 yılında Mao
ve Kissinger arasında geçen şu görüşme de Tayvan konusunda Çin tarafının
stratejik yaklaşımı hakkında bir fikir verebilir. 21 Ekim 1975 yılında Pekin’de
geçen konuşmada;
MAO:
Onun (Tayvan) sizin ellerinizde olması daha iyi. Eğer şimdi bana geri verecek
olsanız, onu istemezdim, çünkü istenir bir şey değil. Çok fazla sayıda karşı
devrimci var orada. Bir yüz yıl sonra isteyeceğiz (elleriyle işaret ederek) ve
onun için savaşacağız.
KISSINGER:
Yüz yıl değildir.
MAO:
(Elleriyle işaret edip hesaplayarak) Söylemesi güç. Beş yıl, on, yirmi, yüz
yıl. Söylemesi güç.
Mao’nun bu yaklaşımı Çin’in de
Tayvan konusunda uzun soluklu bir stratejiyi benimsediğini gösteriyor.
Muhtemelen Jinping de Tayvan konusunda açıklama yaparken bunu hesap etmiştir.
Zaten ana karaya bağlanma konusunda herhangi bir tarih vermesinden kaçınması
konu ile ilgili uzun soluklu bir tarihlendirme düşündüğünü teyit ediyor. Burada
Jinping’in “Bağımsızlık Tayvan’a derin bir felaket getirecektir…” sözü
özellikle not edilmeli.
Tayvan tarafı ise Jinping'in
bu çağrısını sert bir şekilde karşıladı ve Tayvan'ın bağımsızlığına saygı
duyulmasını istedi.
Tayvan'lı lider Tsai'nin
durumu da kritik. 2020 seçimlerinde işi zor. En son yerel seçimlerde KMT isimli
eski iktidar partisi Tayvan’ın güneyinde büyük başarılar kazandı ki bu partinin
Çin ile daha olumlu bir diyalogu olduğuna dair işaretler var. Tsai’nin
partisinin giderek gerilemesi nedeniyle “şahinleşmesi”
olası. Zaten Xi’nin açıklamasının ardından Tsai de uluslararası toplumu göreve
çağıran bir takım açıklamalar yaptı.
Tsai’nin 1992 yılındaki
konsensüsün dışına çıkacağı ve sertleşeceğine yönelik emareler giderek artmaya
başlıyor. Seçimler öncesi böyle bir gerginliğin olması Tsai’ye sandıkta
istediği etkiyi sağlayabilir.
“Bir
Ülke İki Sistem”
Jinping’in Tayvan’a yaptığı
çağrıda ana kara ile birleşme konusunda “bir
ülke iki sistem” modelinin benimseneceğini de belirtmesi bir başka
tartışmaya neden oldu. Bu model hali hazırda Hong Kong ve Macau’da
kullanılıyor. Ancak verimliliği konusunda birçok soru işareti bulunuyor.
Hatta Çin bu konuyu açıklığa
kavuşturmak için 2014 yılında bir “White
Paper” yayınlayarak endişeleri gidermeye çalıştı.
Bu arada Tayvan’da birleşme
ile ilgili yapılan bir ankette Tayvanlıların yüzde 80'inden fazlası hayır
derken yalnızca yüzde 13'ü birleşme yönünde oy kullandı. Tayvan’da özellikle
Çin’in “ayrılıkçı” olarak tanımladığı akım son derece güçlü. Tsai’nin Demokratik
Gelişim Partisi de (Democratic Progressive Party) bu akımı sandığa
yansıtan parti olarak biliniyor.
ABD-Çin
İlişkilerinin Test Alanı: Statüko mu Çatışma mı?
ABD 1979 yılından beri Çin’in “One China Policy” adındaki Tek Çin
politikasını desteklemekle beraber anlaşmazlığın gelecekte belirtilmeyen bir
zamanda barışçıl bir şekilde çözülebileceğini varsaydı. Bununla beraber Trump’un
her ne kadar Tayvan ve Güney Kore’ye ABD tarafından verilen destek konusunda
bir takım şüpheleri olsa da 2017 yılından bu yana stratejik yaklaşımın Tayvan lehinde
dönüşüm geçirdiği söylenebilir.
ABD’nin Tayvan kartını daha
verimli bir şekilde kullanmayı stratejik ajandasına not ettiği görülüyor. Ancak
bunun hangi seviyede olacağı ve olası bir çatışmaya yol açıp açmayacağını
öngörmek şu aşamada zor.
ABD-Çin ilişkilerinin
stratejik analizi bağlamında bütün tarafların statükoyu sert bir şekilde
değiştirmekten kaçınmaları akıllıca gibi görünüyor. Ancak geçmişten günümüze Çin'in
Tayvan ile ilgili görüşünün değişeceğini düşünmüyorum. Yani ekonomiyi tehlikeye
atmayalım gibi bir ikileme düşmezler, askeri müdahale tercihi her zaman masada
olacaktır. Ama bu opsiyon statükoyu korumak amaçlı güçlü bir pazarlık kozu
olarak da kullanılabilir.
Global Times gazetesinde çıkan
bir makalede Tayvan ile ilgili şu yorum oldukça ilgi çekici: “…birleşmeyi teşvik etmek için Halk Kurtuluş
Ordusu Tayvan Boğazındaki askeri krize cevap vermek, oradaki askeri tesisleri
yok etmek ve dış askeri müdahaleleri önlemek gibi çeşitli planlar konusunda
hazırlık yapmalı. Stratejik ABD baskısı karşısında, barışçıl kalkınma yaklaşımı
sırıtmak ve buna tahammül etmek demek
değildir. Provokasyonla karşı karşıya kalan Çin, tüm dış güçlerin Çin'in temel
çıkarlarına saygı göstermesi gereken kurallar koymak için bazı bedelleri
ödemekten korkmamak konusundaki tutumumuzu kesinlikle netleştirmelidir…”
Çin medyasında ve kamuoyunda Tayvan
konusunda sert bir tutum olduğu görülüyor. Ancak yine de Çin devlet aklının
statükoyu korumak yönünde bir tutum alması beklenebilir.
Burada Çin’in siyasi tarihine
başvurulursa 1978'de Çin’in Japonya ile toprak anlaşmazlığı konusu gündeme
geldiğinde Deng Xiaoping şunları söylüyor: “Eğer
bu jenerasyonu sorunu çözmesi için yeterli bilgeliği yoksa böyle bir konuyu
geçici olarak rafa kaldırmak doğru olur. Gelecek nesillerin daha fazla
bilgeliğe sahip olacağına ve sonunda her iki taraf için de kabul edilebilir bir
yol bulacağına eminim..."
Deng'in bu pragmatik (ve aynı
zamanda stratejik) yaklaşımı Çin devlet eliti açısından Tayvan konusunda yol
gösterici olabilir.
0 Comments