Ocak ayının hemen başında İsrail’i ziyaret eden John Bolton’un İsrail Başbakanı Netenyahu’ya, Çin’in Haifa limanı yatırımı ile ilgili kaygılarını iletmesi ve projenin iptali için yaptığı baskı gözleri Çin-İsrail ilişkilerine çevirdi.

Söz konusu liman ihalesini Shanghai International Port Group isimli Çinli firma kazandı ve yapımı 2021 yılında sona erecek. Shanghai International isimli firma aynı zamanda 25 yıl bu limanı işletme hakkına da sahip. Söz konusu proje var olan limanın genişletilmesini içeriyor. 

Aslında projeyi Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında değerlendirmek gerekiyor. Ortadoğu üzerinden Doğu Akdeniz’e açılan Haifa limanı hat olarak Yunanistan’daki Pire limanı (Bu liman da Çinli firmalar tarafından satın alındı) ile birleşince ciddi ve önemli bir jeo-stratejik hat ortaya çıkmış olacak.

Böyle bir hattın oluşumuna ise İsrail ile geçmişten günümüze derin bir muhabbete sahip olan ABD kesinlikle karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış sadece stratejik bir evham değil bilakis Bolton; "Çin’in bu liman yatırımı ile Ortadoğu’ya daha fazla yerleştiğini, yerini sağlamlaştırdığını ve bu tarz stratejik pozisyonları istihbarat amaçlı kullanabileceğinden şüphe duyuyor." 

Bu şüphesini de İsrail devlet ricaline aksettirdiği son dönemde yoğunlaşan haberlerden anlaşılıyor.

Hatta The Jerusalem Post gazetesi ABD 6.filosunun Haifa limanındaki operasyonlarını değiştirebileceğini de yazmış durumda. Söz konusu filo limanı lojistik anlamda sık kullanıyor. 

Çin tarafı ise bu konuda stratejik bir tavır takınmaya devam ediyor. ABD donanmasına ait filoların Hong Kong limanı gibi bölgeleri lojistik açıdan kullanmasına ses çıkarmayan Çin yönetimi en son Kasım 2018’de USS Ronald Reagan’ın Hong Kong limanına uğraması ile ilgili, ilişkilerin kritik bir seviyede seyretmesine rağmen, sorun çıkarmadı.

Konu ile ilgili Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hua Chunying; ABD’nin normal ticari ilişkileri ulusal güvenlik gerekçeleriyle karalamaya çalıştığını belirtirken, ABD’nin nereye bakarsa baksın orada düşman gördüğünü ekledi.

Aslında bu baskılar yeni değil geçmiş dönemlerde de İsrailliler Çin’e erken uyarı ve radar sistemleri satmak istemelerine rağmen ABD buna karşı çıkmıştı. Hatta İsrail’in Çin’e o dönem ciddi miktarda bir tazminat ödediği de biliniyor. Bütün bunlar Çin-İsrail ilişkilerinde ABD’nin ciddi bir çatlak olarak ortaya çıktığını gösteriyor.

Çin her ne kadar İran ve İsrail arasında diplomatik anlamda mükemmele yakın bir ahenk yakalamış olsa da ABD baskısının artması ile beraber özellikle İsrail ile ilişkilerini yeniden gözden geçirebilir. The Jerusalem Post’un haberine göre İsrail içerisinden bir cenahın da ABD ile benzer görüşlere sahip olduğu biliniyor. Ancak resmi yaklaşım ile ilgili net bir yaklaşım henüz ortaya çıkmadı. İsrail’in bir önceki Çin büyükelçisi Matan Vilna’nın anlaşmayı “yeniden düşünmeliyiz” dediğini not olarak ekleyelim. Onun gerekçesi de yine bu limanın bir “ulusal güvenlik unsuru” olduğu yönünde.

ABD tarafından İsrail’e Çin ile ilgili yapılan eleştiriler Bolton'dan sonra da devam etti. 15 Ocak’ta bu sefer Dan Brouillette, İsrail'i özellikle Çin'den yapılan dış yatırımlar için sıkı tarama prosedürleri uygulamaya çağırdı.

İsrail Çin’i stratejik bir rakip olarak değil tam tersine ideal bir ticaret ortağı olarak değerlendiriyor. Ya da Kuşak ve Yol Girişiminin kapsayıcı etkisinin dışında kalmak yerine onu değerlendirmek ve işin merkezinde yer almak istiyor da denebilir. İsrail bölgede hem siyaseten hem de güvenlik açısından çeşitli riskler ile karşı karşıya bu nedenle ABD’nin de Suriye’den çekildiğini iddia ettiği bir konjonktürde Çin ile ilişkileri geliştirmeyi daha rasyonel ve pratik buluyor olabilir.

Tabi burada İsrail’in diplomatik anlamda ABD’ye olan bağımlılığı ve ilişkilerin genelde ortak çıkarlar etrafında modellendiğini unutmamak gerekiyor. İsrail bu gerçekliği dışarda tutup Çin ile sadece “ekonomik” ilişkileri geliştirerek Çin’in Doğu Akdeniz için farklı alternatifleri değerlendirmesini de engellemeye dönük bir strateji inşa etmeye çalışıyor olabilir.

Soğuk Savaş sırasındaki Sovyet-Amerikan mücadelesine benzer şekilde, Washington ve Pekin de kontrol ve himaye alanlarında rekabet ediyor.

Burada Çin açısından çok önemli olan nokta ise ABD ile çok derin bağlara sahip olan bir ülkenin Çin ile yakınlaşması aynı zamanda ABD’nin Çin ile olan gergin ilişkilerinde Çin’e bir avantaj sağlayacağıdır. Çin böylece ABD’ye çok yakın olan müttefiklerini etkileyerek bu rekabet mücadelesinde ciddi bir motivasyon kazanabilir.

Öte yandan bu ilişki tarzı Çin’in “hegemonya peşinde koşmadığını” teyit etmesine ve ABD’nin en yakın müttefikleri ile bile stratejik işbirliğine girerek ABD’ye bir mesaj verdiğine de işaret edebilir.

Ya da ABD ve İsrail’in uzun yıllardır inşa ettiği tarihsel bloku parçalamaya dönük gizil bir stratejik adım olarak da değerlendirilebilir.

Kontrol alanları üzerindeki mücadeleler daha geniş bir ticaret savaşına ve hatta askeri güç kullanımına yol açabilir.

Sözün özü ekonomi ve politika arasındaki bariyerler parçalanırken ideolojik ve stratejik yaklaşımlar silikleşmeye başlıyor.

Çin-İsrail arasındaki ilişkilerin daha kapsamlı bir ortaklık modeline dönüşüp dönüşmeyeceği sorusu şu an için “imkansız” olarak cevaplansa da ilerde Ortadoğu’nun geleceğini kimin şekillendireceği sorusu önemini korumaya devam edecek gibi görünüyor.