11-13 Haziran 2021 tarihleri arasında Cornwall’da yapılan G7 zirvesi büyük bir arayış içerisinde olan mevcut liberal düzen açısından önemli bir andı.

Zirvenin, “Cornwall Konsensüsü” başlıklı sonuç bildirgesinde yer alan “G7, kurallara dayalı, özgür, adil ve açık bir ekonomik sisteme halkın güvenini yeniden sağlamalıdır.” ibaresi sistemin krize girdiğinin bir beyanı olarak okunabilir.

Bildirgenin devamında “sağlanacak yeni fikir birliğinin söz konusu cenahı jeopolitik risklere karşı dirençli kılacağı” üzerinde duruluyor. Bu cümle de değişen jeopolitiğin ve ellerinden kayan “düzen”in önemli bir alameti olarak görülebilir.

Jeopolitik direnç şeklinde tanımlanan yeni yaklaşım muhtemelen Çin’in küresel yükselişine karşı alınması gereken önlemleri ifade ediyor.

Zirveden çıkan bir diğer önemli karar ise Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne alternatif bir planın duyurusu oldu.

“Daha iyi bir dünyayı yeniden inşa et” ya da “B3W” adı ile lanse edilen plana göre belirlenmiş net bir yol haritası henüz yok. Hatta Angela Merkel G7’nin bu plan için henüz finansman koyma aşamasında olmadığını söyledi.

Ancak zirvenin temel hedefi belli: Çin.

Söz konusu zirvenin ardından Çin tarafı "Dünyanın kaderine küçük bir grup ülkenin karar verdiği günler çok geride kaldı” diyerek zirveyi “politik manipülasyon” olarak tanımladı.

Aslında zirveyi ABD öncülüğündeki batı cenahının Çin ile ilgili geç kalmış farkındalığı olarak okumak mümkün.  

Bugüne kadar Soğuk Savaş döneminden kalma pratiklerle Çin’i çevrelemeye çalışan ABD, materyal kapasite alanında Çin’in muazzam yükselişini doğru okuyamadı.

Çin bir yandan devasa bir ekonomik yükseliş içerisine girerken diğer yandan bunu Kuşak ve Yol Girişimi gibi bir marka proje ile mühürledi. Batı bu projeye karşı alternatif sunmak yerine söz konusu projeyi “borç tuzağı” olarak nitelerken Çin’e yönelik askeri manevralar ve sıfır toplamlı yaptırımlar ile kısasa kısas bir yaklaşımı tercih etti.

Küresel hegemonyayı oluşturan unsurlar bağlamında fikirler, materyal kapasite (ekonomik güç+askeri güç) ve kurumsal kapasite alanında yaşanan bu tektonik kayma sonucunda Çin, ekonomik ve askeri olarak ciddi bir seviyeye gelmiş durumda.

Kurumsal kapasite açısından da uluslararası birçok kurumda önemli bir ağırlığa sahip. Ayrıca Asya Altyapı Yatırım Bankası ve ŞİÖ gibi alternatif çok uluslu yapılanmalar da söz konusu.

Fikirler alanında yaşanan rekabet ise günden güne daha da keskinleşiyor. Biden zirvenin hemen ardından “demokratik uluslar ile otokratik uluslar rekabet yarışında” diyerek aslında durumu özetlemiş durumda.

Yani fikirler alanında da önemli bir kırılma yaşanıyor. Mevcut liberal düzen ihtiyaçlara artık cevap vermiyor veremiyor. Kronik bir krizde girmiş durumda. Bu küresel bir fetret devri olarak da tanımlanabilir.

Bernie Sanders son yazısında ifade ettiği gibi “eğer demokrasi kazanacaksa, bunu geleneksel bir savaş alanında değil, demokrasinin insanlara otoriter rejimden daha iyi bir yaşam kalitesi sunabileceğini göstererek yapacaktır."

Belki de düğüm tam da burada.

G7 zirvesinden çıkan sonuca baktığımız zaman Çin’e yanıt vermek için belki ilk defa doğru bir “cephe” seçilmiş gibi görünüyor.

Ancak bu sefer de yeterli cephane yok.

Dolayısı ile G7’nin ya da daha özet bir şekilde ABD’nin bu hamlesi Çin’e alternatif bir plan ortaya koymaktan ziyade bildirgenin de bir köşesinde belirtildiği gibi “ortakları gemide tutmaktan” ibaret.

G7 içerisinde yer alan İtalya’nın birkaç sene önce Kuşak ve Yol Girişimi’ne katıldığını (kısa süre önce İtalya girişimi dikkatli bir şekilde gözden geçireceğini açıkladı) düşünürsek ABD açısından bu önemli bir önleyici hamle olabilir.

Ya da “jeopolitik bir direnç” yaratma çabası.

Küresel düzen sistematik bir şekilde dönüşüyor. ABD ve Batı bu dönüşüme karşı acilen önlemler almaya çalışırken bir yandan da Soğuk Savaş benzeri bir yolu takip ediyor.

Sorun ABD’nin küresel hegemonya rekabetinde galip gelmesinden daha büyük ve karmaşık.

Mevcut düzenin ve değerlerin yeniden realize edilebilmesi için güçlü bir küresel bilinç gerekiyor. Ancak bunu tahkim edebilecek materyal güç parçalı ve etkisiz.

Bununla beraber bu güç, her geçen gün jeopolitik anlamda kan kaybediyor.

Biden’ın “ABD, geri döndü” cümlesi söz konusu gücü bir nebze canlanmaya teşvik edecek olsa da bunun için biraz geç kalınmış gibi görünüyor.