Soğuk savaşın sona ermesinden sonra ortaya
çıkan ‘tek kutuplu an’ uluslararası
sistem içerisinde ortak kabule dayanan merkezi bir ağırlık oluşturamadı.
Öyle ki bazı teorisyenlerin tarihin bittiğine dair yaptığı çıkışlar
bir süre sonra büyük (high strategy) stratejilerin parçalandığı büyük güç
rekabetine doğru dönüşmeye başladı.
Çin’in yükselişi
ve Rusya’nın proaktif yaklaşımı ile beraber beliren bu yeni jeopolitik
içerisinde çok kutupluluğa doğru bariz bir eğilim olduğunu söylemek
mümkün.
Uluslararası sistemin
kabul edilebilir bir yapı üzerinden sürekli hale getirilmesi çok karmaşık ve
daha geniş bir aktör ve mekanizma çeşitliliğine bağlı. Burada aktörlerin
niyetleri meselesine girmeyeceğim çünkü tartışmanın merkezi daha çok ‘sistemik bir makuliyet’ olasılığı üzerine kurulu.
Daha doğru bir
ifade ile soruyu akla uygun, mantıki bir dünya düzeninin olasılığı
mümkün mü şeklinde formüle etmek mümkün.
Bu kısa
değerlendirmede hegemonya kavramı çerçevesinde ‘makul bir dünya düzeni’
olabilir mi sorusunu irdelemeye çalışacağım.
SSCB’nin yıkılmasının ardından ABD’nin
tartışılmayan liderliği küresel bir
hezeyana neden oldu.
Bu hezeyan ABD’nin tartışılmayan
liderliğini göklere çıkarırken “haydut devletler”
ve “terörle mücadele” eden bir
konsept ortaya çıkardı. Söz konusu konsept sürekli müdahalelerde bulunan sert
bir gücün oluşmasını sağladı.
ABD’nin sürekli şekilde genişleyen
hegemonyası liberal uluslararası düzen fikrinden yola çıkan bir yaklaşım ile “rıza” (consent) unsurunu oluşturmaya
çalışsa da 11 Eylül 2001 tarihinden sonra başlayan “güvenlik” krizi, askeri
harcamaların rekor seviyelere ulaşması ile finansal bir krize dönüştü.
Burada bir es verip şu soruyu sormalıyız.
Gerçekten liberal bir uluslararası düzen var mıydı? Bu bir Amerikan efsanesi olarak
mı var oldu? Ya da koşullu bir liberal uluslararası düzen miydi bu?
Belki de böyle bir düzen asla var olmadı.
Krauthammer, Unipolar Moment (Tek Kutuplu An) isimli makalesinde “Amerika’nın uzun zamandır dokunulmaz olarak
algılandığını ve bu yanılsamanın 11 Eylül 2001'de paramparça olduğunu
belirtiyor. Ancak yine ona göre ABD o kadar güçlü ki hızlı bir şekilde organize
oldu ve söz konusu bu dokunulmazlık duygusu yeni bir karakter kazandı.”
Ancak Krauthammer bir şey daha söylüyor
makalesinde. ABD’nin ekonomisini batırmazsa, tek kutupluluğun otuz kırk yıl daha sürebileceğini öne sürüyor.
Durumu sadece bir hesaplama hatasına
indirgemek ne kadar doğru bilemiyorum. Ancak sert güce dayanan tahkimatın sürdürülmesinde
bugün yaşanan sorunlar ve müttefiklere duyulan acil ihtiyacın altında söz
konusu aşırı harcama ve hesaplama hatalarının yer aldığını söylemek mümkün.
Çin ve Rusya’nın son dönemde ABD ile
girdikleri ve büyük güç rekabetine benzetilen söz konusu rekabet karşı
hegemonya alanlarının oluşmaya başladığını gösteriyor. Fakat bu mücadele
alanlarının da yine var olan sistemik yapı içerisinde şekillendiğini es
geçmemek lazım.
Bu rekabetten yeni bir sistemik yapı doğar
mı? Ya da yazının başında belirttiğimiz “makul
bir sistemik yapı doğar mı?”
İki kutuplu soğuk savaş döneminin daha
istikrarlı olduğunu savunan nostaljiklere göre çok kutuplu sistem on dokuzuncu ve
yirminci yüzyılın başlarındaki Avrupa uluslararası sistemine benzer çatışma
üreten bir düzen.
Ancak benzer bir bloklaşmanın eninde
sonunda sistemi parçalayan bir düzensizliğe dönüştüğü de görüldü. Soğuk savaşın
sona ermesi ile başlayan tek kutuplu an, ABD’nin devasa sert gücüne rağmen
çatışma üretmeye devam etti. Tek kutuplu sistemin küresel bir rıza üretemediği
görüldü.
Bunun altında yatan en önemli nedenlerden
birisi sistemin küresel refah üretememesi oldu. Sadece sistemi yürüten asıl
güçlerin sahip olduğu refah asimetrik ve dağınık direniş merkezlerinin ortaya
çıkmasına neden oldu.
Özellikle soğuk savaşın hemen ardından
sistemik yapı ile ilgili yapılan spekülasyonların yanlış çıkmasının temelinde
epistemolojik bir problem var. Teorisyenlerin düşünce yapılarının Avrupa jeopolitiğine
kilitlenmeleri ve ‘diğerleri’nin durumlarını, yapılarını ihmal etmeleri.
Daha doğrusu Mearsheimer’ın da “Great Delusion: Liberal Dreams and
International Realities” (Büyük Yanılsama: Liberal Düşler ve Uluslararası
Gerçeklikler) adlı önemli eserinde belirttiği gibi liberal uluslararası
düzen fikri bir yanılsamadan ibaret olabilir. Avrupa ve ABD merkezli bu gerçeklik
dünyanın geri kalanı ile az önce belirttiğim gibi total bir refah üretemediği
için bu frekansı yakalayamadı.
Dolayısı ile ABD’nin merkezinde olduğu bir
uluslararası düzen fikri geçerliliğini yitirmeye başladı. Bu aşınma bir eğilim
olma yolunda derinleşiyor. ABD, müttefiklere dayanan ve soğuk savaş benzeri
(hibrit soğuk savaş) bir yaklaşım ile durumu restore etmeye çabalıyor.
Küresel bir organik kriz içerisine giren
sistemin söz konusu krizden ciddi bir revizyon yapılmadan kurtulması zor
görünüyor. İkinci dünya savaşı öncesi bir düzenli düzensizliği yaşıyoruz.
Ama aynı zamanda bugün tek kutuplu bir
dünya yerine çoklu merkezlerin karar alma süreçlerine katıldığı çok kutuplu bir
dünya sisteminin oluşmasına da tanık oluyoruz. Ancak şu anda maddi temelleri
olan bir eğilim değil bu. Hala bir eğilim olarak dönüşüyor ve ABD’nin sistemik
ağırlığı eskisine göre aşınsa da hala güçlü.
Çin ve Rusya’nın sistem içerisinde artan
ağırlıkları geleceğe dönük projeksiyonlarda çok kutuplu bir uluslararası sisteme dönük eğilimi hızlandıracaktır.
Bu eğilim makul bir düzeyde çok kutuplu bir uluslararası düzen ortaya
çıkarabilir. En azından çatışma üretmesi kısıtlanmış, yönetilebilir bir düzen.
Asıl soru bu sistemin çoğunluk merkezli mi yoksa çokluk
merkezli mi hareket edeceği noktasında düğümleniyor.
0 Comments