Dünya zorlu zamanlardan geçiyor. Gramsci’nin
deyimiyle “hegemonsuz bir devir” (interregnum)
kaotik bir uluslararası sistem yaratmış durumda.
Tarihin hiçbir devrinde görülmemiş düzeyde
bağımlı hale gelen dünya ekonomisi uluslararası
siyaseti de derinden etkiliyor. Bu aynı zamanda ciddi bir dönüşüme de işaret
ediyor.
‘Büyük güç rekabetinin’ bu çerçevede yeni
bir hal aldığını söylemeye gerek yok. Klasik bir soğuk savaştan ziyade daha “hibrit” bir düzeyde yaşanan yeni
rekabet, ABD-Çin ilişkilerinin gerilimli düzeyi ile yeni bir normale doğru
hızla ilerliyor.
Yeni Soğuk Savaş olarak tanımlanan bu yeni normal içerisinde
iki gücün karşı karşıya geldiği belirli cepheler bulunuyor. Bu cephelerden son dönemde
belki de en çok öne çıkanı Tayvan.
Çin, Tayvan’ı ana karanın bölünemez bir
parçası olarak tanımlarken ABD ise Tayvan’ı Asya-Pasifik’te Çin’e karşı
kullanabileceği ileri bir “karakol” olarak
algılıyor.
Hatta geçmişte Tayvan’ı batmaz bir uçak gemisi olarak tarif
eden Amerikan generalleri mevcut. (Douglas MacArthur)
ABD Başkanı Biden’ın kısa süre önce “Çin’in
Tayvan’a saldırması durumunda Tayvan’ı savunacağız” şeklinde bir
açıklama yapması Tayvan karmaşasını daha da kaotik hale getirmiş durumda.
Çin’in Tayvan söylemi
Çin’in Tayvan
söylemi özellikle son dönemde dozu artan bir milliyetçilik ile tahkim ediliyor.
Tayvan’ın
etrafında sayıları artan askeri tatbikatların “rutin” faaliyetler olduğunun
altı çizilirken başta ABD olmak üzere diğer devletlerin konu ile ilgili
hamleleri “iç işlerine” yapılan bir müdahale olarak algılanıyor.
Tayvanlı yetkililer
ise Çin'in 2025 yılına kadar "tam ölçekli" bir işgal
gerçekleştirebileceğini öne sürüyor. Pentagon da benzer bir argümanı savunuyor.
Ekim ayının
başından beri Çin Ordusu’na ait savaş uçaklarının Tayvan’ın hava savunma
tanımlama sahasına (ADIZ) yoğun bir şekilde girmesi söz konusu argümanı
savunanları heyecanlandırmış durumda.
Çin’in Tayvan
ile ilgili temel yaklaşımı Tayvan’ın belirli bir zaman dilimi içerisinde barışçıl
bir şekilde ana kara ile birleşmesi üzerine kurulu.
Mao’nun
zamanında Kissinger’a söylediği gibi beş, elli ya da beş yüz sene fark etmiyor.
Önemli olan bir gün Tayvan’ın Hong Kong’da olduğu gibi ana kara ile birleşmesi.
Ekonominin bu
derece bağımlı olduğu böyle bir dönemde Çin’in statükonun bozulmasına müsaade
etmesi çok mantıklı değil. Daha doğrusu statükoyu bozacak hamlenin Çin’den
gelmesini ön görmek olası değil.
Çin'in Tayvan hava
sahasına yönelik ihlalleri ve diğer askeri eylemleri daha çok “Tayvan ve
Washington'daki diplomatik pozisyonlarını değiştirmeyi” yani Tayvan ve
ABD'yi karşılıklı bir Tek-Çin (One-China) çerçevesine dönmeye zorlamayı
amaçlıyor.
Zaten adayı
işgal etmeyi hedefleyen bir gücün bunu sürpriz bir saldırı üzerine kurması gerekiyor.
Oysa Çin’in pratikleri böyle bir amaca yönelik değil.
Bu konjonktürde
statükoyu esneten ve AUKUS gibi bölgesel güvenlik paktları ile bölgeyi
zorlayan ABD ve anglo-sakson müttefikleri.
ABD’nin stratejik belirsizliği
ABD Başkanı Biden’ın ABD'nin
Tayvan'ı Çin’e karşı savunacağını taahhüt
etmesinden kısa süre sonra Beyaz Saray’ın adaya yönelik politikada bir
değişiklik olmadığını açıklaması dikkatle not edilmeli.
Çünkü ABD’nin Tayvan ile
ilgili yaklaşımı “stratejik belirsizlik”
olarak tanımladığı bulanık bir modele dayanıyor. Dolayısı ile ABD de Çin
gibi bölgede devam eden statükonun korunmasından yana.
ABD'nin Tayvan ile olan
ilişkisine “Tayvan İlişkileri Yasası”
rehberlik ediyor. Yasa kapsamındaki taahhüt Tayvan'ın öz savunmasını
desteklemeye devam etmek ve statükoda herhangi bir tek taraflı değişikliğe
karşı çıkmak şeklinde özetlenebilir.
Birçok uzman ise Biden'ın
açıklamasını bir "gaf"
olarak nitelendirirken Washington'un Tayvan'ı savunma taahhüdünün "resmi
açıdan tam doğru olmadığını" belirtti.
ABD’de Tayvan konusunda
yaşanan kafa karışıklığı aslında Tayvan konusunda bugüne kadar önemli bir unsur
olan ABD caydırıcılığını da zayıflatıyor. ABD’nin bölge politikalarından
sorumlu ismi Kurt Campbell da “stratejik
bir netlik” çerçevesinde hareket etmenin faydasız olduğu görüşünde.
Bununla birlikte Wall Street Journal tarafından yayınlanan bir haberde "ABD birliklerinin eğitim amacıyla bir yıldan fazla bir süredir Tayvan'da gizlice bulunduğunu" açıklaması önemle not edilmesi gereken bir gelişme.
ABD ve Çin Tayvan üzerinden savaşır mı?
Tayvan meselesinde asıl mesele
ABD ve Çin’in ada üzerinden bir savaşa
girip girmeyeceği noktasında kilitleniyor.
Giderek artan jeopolitik
ve teknolojik rekabet, uluslararası sistemin sonu belli olmayan bir
kararsızlığa (entropi) girmiş
olması, soğuk savaş konsepti içerisinde hareket etmeye eğilimli blokların bulanık
da olsa belirmeye başlaması olası bir savaş ihtimalini artırıyor.
Böyle bir ortamda Tayvan
üzerinden çıkabilecek bir kıvılcım
önü alınamayan sonuçlara neden olabilir.
Çin’in artan askeri
tatbikatları ve ABD’nin bölgeyi güvenlikleştiren
çabalarının AUKUS ve Tayvan
söyleminde kristalize olması da bu gergin ortamı derinleştiriyor.
Ancak tüm bulgulara
rağmen iki ülke için de bu keskin rekabeti hibrit
bir soğuk savaş konsepti içerisinde sürdüreceklerini söylemek daha olası.
Kısa süre önce ABD
Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve Çinli mevkidaşı Yang Jiechi arasında
yapılan görüşmenin ardından yapılan açıklamada ilginç bir kelime seçilmişti: 'sorumlu rekabet'.
ABD ve Çin’in Tayvan
konusunda hibrit soğuk savaşın
sınırlarını zorlayacakları ancak “sorumlu bir rekabet” mantığı içerisinde
hareket ederek sıcak savaş olasılığını reddedeceklerini söyleyebiliriz. Bu da
tarihte benzerleri yaşanan Tayvan boğazı krizlerine kapı aralayacaktır.
Dolayısı ile bölgede
krize varan kilitlenmeler beklemek
daha mantıklı.
Yazının sonunda bazı
sorular sorarak bitirmek faydalı olabilir.
Afganistan’dan hızlı bir
şekilde çekilen ABD, Tayvan konusunda Biden’ın dediği gibi müdahale etmeye kalkarak
Çin ile olası bir nükleer savaşı
göze alabilir mi?
Askeri kapasitesini
modernize eden Çin, Tayvan’ın ana karaya katılması hususunda uygun bir küresel konjonktürün oluştuğunu
düşünüyor olabilir mi?
Sonuç olarak Tayvan
meselesi kilit bir mesele. Krize ya da daha da büyüyüp sıcak bir savaşa dönüşür
mü bilinmez ancak Çin’in Tayvan konusunda asla taviz vermeyeceği net bir
gerçeklik olarak ortada duruyor.
0 Comments