Geçen hafta Asya-Pasifik bölgesinde bir savaşın kaçınılmaz mı yoksa imkânsız mı olduğuna dair bir değerlendirme yapmıştım. Bu hafta Biden’ın Asya gezisi, Tayvan ile ilgili söyledikleri ve QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyalogu) zirvesi sonrası yaşananlar baş döndürücü bir haber trafiğine neden oldu.
Uzun zamandır Tayvan üzerinden gerilen ABD-Çin
ilişkileri jeostratejik bir temelde
dönüşürken beklenmedik bir çatışma riski her geçen gün daha olası hale geliyor.
21.yüzyılın belki de en önemli olgularından biri Çin’in
ekonomik ağırlığı olan dramatik yükselişi. Bu yükseliş küresel dengeleri dönüştürürken
bir yandan da küresel hegemonya
mücadelesinin momentumunu değiştirdi.
Mevcut uluslararası liberal düzenin hamisi konumunda
bulunan ABD’nin Çin’in yükselişine
verdiği tepki artık ulusal bir güvenlik tehdidi boyutunda arz-ı endam ediyor.
İki ülke arasında 2010’larin başında filizlenen
rekabet özellikle Trump’un ABD Başkanı seçilmesi ile beraber daha kritik bir
sürece girdi.
Biden’ın ABD Başkanı seçilmesi ile beraber bu durumun
değişmediği ve ABD-Çin ilişkilerinin yoğun şekilde militarize bir boyuta kaydığı görülüyor.
Geçtiğimiz günlerde Japonya Başbakanı Kishida ile
görüşen ABD Başkanı Biden’ın Tayvan ile ilgili sorulan bir soruya verdiği yanıt
ABD-Çin ilişkilerini gerdiği gibi bölgede derin bir güvenlik krizini de tetikledi.
Çin'in Tayvan adasına müdahale etmesi durumunda
ABD'nin askeri olarak yanıt vereceğini belirten Biden’ın geçmişten günümüze
uygulanan stratejik belirsizlik yaklaşımını
bir kenara atması özellikle konuyu yakından takip eden uzmanlar arasında yoğun
bir tartışma başlattı.
ABD Savunma Bakanlığı her ne kadar “Tayvan politikasının değişmediğine” yönelik
bir tevil çabasına girse de Biden’ın söylemi kafalarda soru işaretleri yarattı.
Biden bir gün sonra ABD'nin Tayvan konusundaki
stratejik politikasını değiştirmediği konusunda ek bir açıklama yaptı. Biden'ın bu açıklamasına
rağmen söz konusu yorumun bir gaf mı yoksa kasıtlı mı olduğu belirsizliğini
koruyor.
Biden daha önce de çeşitli konularda bazı açıklamalar
yapmış ve bir süre sonra Beyaz Saray’dan düzeltme gelmişti.
Biden muhtemelen ABD’nin Tayvan İlişkileri Yasası’nın
farklı bir şekilde yorumladı. ABD, Tayvan
İlişkiler Yasası uyarınca Tayvan'ın kendisini savunmasını destekleme
taahhüdüne bağlı olduğunu ve statükonun tek taraflı değiştirilmesine karşı
çıktığını zaman zaman vurguluyor.
ABD aynı zamanda Çin tarafından sürekli vurgulanan 'Tek Çin' taahhüdüne de bağlı.
Biden'ın söyledikleri Tayvan İlişkileri Yasasının
kapsamını aşıyor. Statükonun tek taraflı değiştirilmesine karşı durmak maddesi
içinde değerlendirilebilir ancak bu çok zorlama olur.
Bugüne kadar hiçbir ABD Başkanı Tayvan İlişkileri Yasası’nı
bu şekilde yorumlamadı. ABD söz konusu stratejik belirsizliği uzun zamandır bilinçli
bir şekilde uyguluyor.
ABD’nin bölge politikalarından sorumlu ismi Kurt
Campbell “stratejik bir netlik” çerçevesinde
hareket etmenin faydasız olduğu görüşünde.
Biden her ne kadar Çin'in adaya müdahale etmesini
beklemediğini söylese de bölge askeri anlamda bir barut fıçısına dönmüş
durumda.
Ortam iyice gerilirken Çin son ana kadar stratejik
sabrını muhafaza etme eğiliminde ancak Japonya’da yapılan QUAD zirvesi sırasında Rusya ve Çin’in nükleer bombardıman uçakları
ile Japon Denizi üzerinde ortak devriye atmaları tansiyonu bir anda yükseltti.
Somut koşulların değişmesi ile beraber Çin'in önünde
Tayvan konusunda iki opsiyon öne çıkıyor. Birincisi stratejik sabrını muhafaza edip statükoyu korumayı tercih etmek.
İkincisi ise hızlı bir çıkarma ile
adayı ana karaya katmaya çalışmak. İki opsiyonun da dezavantajları var.
Stratejik olarak beklemeyi tercih ederse ABD’nin
bölgede müttefikleri ile devam ettiği tahkimatı ve Tayvan'ın silahlanmasını
izleyecek. AUKUS ve QUAD hesaba katıldığında ciddi bir kuşatma ile karşı
karşıya kalacak.
Sürdürülebilir
bir durum değil ve belirsiz.
İkinci opsiyonu tercih ederse bu ciddi bir bölgesel
savaşı tetikleyecektir. Burada hızlı olması ve kendi aleyhine hareket eden
ittifakın yanıt vermesini önlemesi gerekiyor. Bu noktada zaman Çin'in aleyhine işliyor.
ABD ve Çin arasında Tayvan üzerinden bir savaş çıkması
belki zor ancak giderek muhtemel bir seviyeye geldiği görülüyor. Özellikle
Rusya’nın Ukrayna’da yaşadığı sorunlar Çin Ordusu üzerinde Tayvan'daki
statükoda herhangi bir değişikliğe hazır olması yönünde ağır baskı oluşturuyor.
Bu baskı alarmist
bir tutuma neden olurken Çin tarafında askeri tatbikatlara hız verme ve modernizasyonu
tamamlama konusunda mobilize olma gerekliliğini tetiklemiş vaziyette.
Öte yandan ABD askeri varlığının yüzde 60’ından
fazlasının Hint-Pasifik bölgesinde olduğu düşünüldüğünde ABD’nin Tayvan
konusunda ne yapacağını kestirmek de kolay olmayabilir.
Stratejik belirsizliği kendisine kılavuz edinen ABD
devlet ricalinin olası bir savaş ihtimalini ve strateji değişikliğini değerlendirdikleri
yüksek bir ihtimal.
Hatta Biden’ın çok konuşulan “askeri yanıt veririz” sözleri de bu değerlendirmelerin bir
yansıması olabilir mi?
Ancak ABD’nin askeri bir hamle yapmaktansa total bir
ablukayı tercih edip Çin’i zor durumda bırakmayı deneme ihtimali daha yüksek
gibi.
Rusya’nın Ukrayna meselesinde içine düştüğü durum ve sürekli
yıpranması Tayvan’da da benzer şeylerin Çin’in başına gelebileceği öngörüsüne
neden olmuş olabilir.
Bu çerçevede
aslında ABD şu konjonktürde Çin’in Tayvan’a müdahale etmesini çok da olumsuz
karşılamayacaktır. Çünkü böyle bir müdahale ABD’nin Çin’e yönelik
müttefik ağını hızlı bir şekilde konsolide etmesini ve Çin’i hem politik hem de
ekonomik düzeylerde yoğun olarak yıpratmasını sağlayacaktır.
Ancak böyle bir hamle sonrasında ABD’nin yanıt
vermemesinin farklı dinamikleri harekete geçireceği kesin.
Peki askeri kapasitesini modernize eden Çin, Tayvan’ın
ana karaya katılması hususunda uygun bir küresel konjonktürün oluştuğunu
düşünüyor olabilir mi?
Bu soruya net bir yanıt vermek zor. Ukrayna meselesi
yüzünden bu yönde bir baskı var ancak Çin’in adayı tamamen ele geçirme
konusunda henüz hazır olmadığı yönünde bulgular da var.
Pentagon’un yaptığı simülasyonlarda 2027 yılında Çin’in askeri ölçüde
Tayvan adasını ele geçirebilecek güce ulaşabileceği tahmin ediliyor. Çin
Ordusunun çıkarma harekatları konusunda eksikleri olduğu ve muharebe tecrübesinin
azlığı bazı soru işaretlerine neden olmuş durumda.
Tayvan’ın da asimetrik bir savunma yaklaşımı üzerinde
çalıştığı biliniyor.
Ancak yine de Çin’in bu asimetrik durumda Tayvan’a
müdahale konusunda daha avantajlı olduğunu söylemek mümkün. Çin Devlet Başkanı
Xi Jinping’in 2019 yılından beri Tayvan konusunda “askeri opsiyonun” da masada olduğunu zaman zaman vurguladığı
biliniyor.
Sonuç olarak Biden’ın sözleri ile gerilen ortam bir
güvenlik ikilemine dönüşmüş durumda. Öyle bir ikilem ki iki taraf da stratejik
belirsizlikten ziyade stratejik bir kafa karışıklığına savrulmak üzere.
Çin, Rusya-Ukrayna örneği üzerinden baskı altına
girerken, AUKUS ve QUAD gibi NATO’vari yapılanmaların Çin’i kuşatan bir
karaktere bürünmesi stratejik sabrını zorluyor.
ABD ise Tayvan’a yapılacak olası bir müdahalede “yanıt vermek” ile “yanıt vermemek” arasında bir muhasebe yapıyor. Yanıt vermesi
halinde bölgede alacağı bir yenilgi küresel pozisyonunu ciddi manada aşındıracaktır.
Ayrıca bölgesel savaşın yayılma riski de cabası.
Yanıt vermemesi durumunda ise ABD’nin Çin’i yatıştırmaya
yöneldiği zannı oluşacaktır ki bu durum yine ABD’nin küresel pozisyonuna zarar
verecektir.
ABD bu ihtimalleri ötelemek için bugüne kadar stratejik belirsizlik denilen bir
yaklaşım içerisinde hareket etti. Ancak artık bunu netleştirme baskısı altında.
Biden’ın söylediklerinin de bu çabaların bir yansıması
olduğunu söylemek mümkün.
Görünen o ki olası bir savaş ihtimalinde belirleyici
olan Çin’in stratejik sabrı ile ABD’nin stratejik belirsizliği olacak.
Ama kesin olan şu ki statükonun değişmesi iki tarafın
da yüksek bedeller ödemesine ve çok daha belirsiz bir sürece savrulmalarına
neden olacaktır.
Dr.Hüseyin Korkmaz.
Yazar, başta ABD-Çin ilişkileri olmak üzere Çin ve Asya Jeopolitiği üzerine odaklanan bir araştırmacıdır.
0 Comments