Dünya, salgının iyice derinleştirdiği ekonomik bir resesyon içerisine yuvarlanıyor. Ekonomik yavaşlama kendisini küresel ölçekte iyice hissettirirken ABD ve Çin’in keskinleşen rekabeti Asya-Pasifik’te ortaya çıkacak olası bir savaşı tetikler mi sorusu gündemi meşgul ediyor.
Rusya ve Ukrayna arasında cereyan eden ve Avrupa’yı
tehdit eden çatışmalar Batı cenahında bir alarmizme neden olsa da Biden ve
ekibinin ABD açısından en büyük tehdit
olarak hala Çin’i gördüğü bir vakıa.
2000’lerin başında Çin’i sisteme entegre etmeye çalışan ABD gitti yerine Çin’i
sistemden ayrıştırmaya çalışan ve Batı merkezli/söylemli yapılar ikame
etmeye çalışan bir ABD geldi.
Burada Çin’in de var olan sistemden faydalandığını
ileri sürebiliriz ki bu büyük ölçüde doğru. Ancak genel olarak sistemden
yararlansa da serbest piyasanın devlet
destekli şirketler ile düzenlenmesi gibi kendine has bir çizgisi olduğunu
da kabul etmeliyiz.
ABD ve diğer batılı ülkelere ucuz emek sağlayan Çin’in uluslararası liberal düzene Rusya’yı
da yanına alarak kafa tutmaya başlaması ABD tarafında küresel liderliğini
kaybetmeye dönük bir endişe yaratmış durumda.
Öte yandan Ukrayna’da yaşanan savaş sonrası
Asya-Pasifik bölgesinde de militarist yaklaşım tahkim olmaya başladı. Bölgede
silahlanma giderek yoğunlaştı. SIPRI
tarafından 2022 yılında yayınlanan istatistikler de bunu doğruluyor.
ABD zaten uzun zamandır askeri ağırlığının büyük bir
bölümünü bölgeye kaydırmış vaziyette.
Aslında bu sürecin izlerini Barack Obama döneminde
uygulanan Asya Mihveri (pivot to Asia)
yaklaşımına kadar sürebiliriz.
Trump döneminde “ticaret
savaşları” ile iyice katmerli bir hale gelen bu süreç Biden döneminde devam
eden ısrarcı “Çin tehdidi” söylemi ile
çatışmaya daha yakın bir hal almış durumda.
Avustralya bir dönem Çin ile çok yoğun bir ticari ilişkiye
sahip olmasına rağmen şu anda Çin’e yönelik en şahin tutumu benimsemiş durumda. Keza Japonya da silahlanmanın ve askeri
gücünü yeniden aktive etmenin hesaplarını yapıyor.
Güney Kore’de daha milliyetçi bir yönetim göreve
gelirken Kuzey Kore ise füze denemelerine ağırlık vererek bölgenin bir barut fıçısına dönmesini tetiklemek
üzere.
Görünen o ki ABD, Çin ile rekabette sadece askeri
unsur ve stratejilere yönelmiş durumda. Bunun yanında bölgedeki müttefik
yapısını güçlendirmeye ve daha hızlı organize olmaya dönük pratik adımlar
atmakla meşgul. AUKUS ve QUAD ile ilgili atılan adımları bu
kapsamda değerlendirmek gerekiyor.
İşin ticaret ayağında ise Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi ve son yapılan ASEAN zirvesi gibi hamleler yer alıyor. Ancak bunların Çin ile
yapılan total mücadelede stratejik çerçevede çok etkili olmadıklarını/olamayacaklarını
not edelim.
Öte yandan küresel ölçekte siyasete ve diplomasiye
olan inancın azaldığı bir yeni normal
söz konusu. Otokratik yaklaşımların hem halk nezdinde hem de yöneticiler nezdinde
prim kazanması değerlerden ziyade aksiyona yönelik politik yaklaşımın ve keza
müdahaleci askeri stratejilerin öne çıkması bunu teyit ediyor.
ABD ve Çin rekabeti de bu yaklaşımın ağırlık
kazanmasından kendine düşen payı alıyor. İki tarafın da rekabet ile ilgili dili
son derece sert ve uzlaşmaya uzak bir tonda.
Rekabetin
geleceğine yönelik üç farklı yaklaşım söz konusu.
Birincisi Graham
Allison'un ortaya attığı Thucydides
Tuzağı yaklaşımı. Bu yaklaşım tarihsel bir benzetmeden hareketle Sparta'nın
Atina'nın yükselişinden korktuğu için önceden Atina'ya saldırması gibi ABD'nin
de Çin'in yükselişini önlemeye çalışacağını ve bu bağlamda Thucydides tuzağına
düşeceğini iddia ediyor.
Bunu analojik bulanlar var ancak Allison'un çalışması
geçmişten verdiği örnekler üzerinden tutarlı bir makale. Fakat indirgemeci olduğu kesin. Sonuçta somut koşullar ve bu
koşulların dönüşümü ile bağımsız faktörlerin etkileri de önemli.
ABD-Çin rekabeti ile ilgili ikinci yaklaşım ise bu
modelin yeni bir soğuk savaş olduğu
yönünde. Özellikle Henry Kissinger dönem dönem yaptığı açıklamalar ile bu
tartışmayı alevlendiriyor. Ayrıca durumu Birinci ve İkinci Dünya Savaşı
öncesine benzeten mebzul miktarda görüş de var.
Bu modele muhalefet edenler genellikle SSCB ile Çin'in
farklı yapılar olduğunu ve ekonomik anlamda büyük güçler arasındaki
bağımlılığın hiç günümüzdeki kadar yoğun olmadığını savunuyorlar.
Bir de işin içine teknoloji gibi oyun değiştirici bir
unsurun da dahil olduğunu belirtiyorlar.
Üçüncü yaklaşım ise bu rekabet modelinin kendine has
bir yapısının olduğunu ve bunu anlamak için Thucydides Tuzağı ya da Soğuk
Savaş gibi kavramsal çerçevelerin "faydasız"
olduğunu ileri sürüyor.
Ben analojik çerçevelere temkinli yaklaşmakla birlikte
Yeni Soğuk Savaş kavramının kullanılması hususunda bir beis görmüyorum. Ayrıca 'Soğuk Savaş' çerçevesinde bu modeli
açıklamaya çalışan hiçbir araştırmacının kavramın düz bir tanımıyla hareket
ettiğini de düşünmüyorum.
Tam aksine zaten "yeni"
kelimesi eklenerek "yeni soğuk
savaş" kavramının bir anlamda kategorik özellikler gösteren soğuk
savaşın günümüzde eklenen yeni boyutlarla daha karmaşık ve kendine özgü bir hal
aldığı anlatılmaya çalışılıyor.
Bu yeni Soğuk Savaş ideolojik bir ağırlık merkezine
sahip değil. Değerlerden ziyade ‘çıkarlar’
üzerinden yürütülen bir mücadele söz konusu. ABD ise mücadelenin çıkarlar
üzerinden değil değerlerin ön plana çıkarıldığı dolayısı ile daha ideolojik bir
zeminde kazanılabileceğini düşünüyor.
Oysa belki de ABD’nin en büyük yanılgısı tam da burada yatıyor. İdeolojik bir rekabetten
ziyade aksaması halinde büyük sorunlar yaratan tedarik zincirlerinin de gösterdiği
gibi daha çok çıkarlar üzerinden yapılanan ve bunun reel-politiğe etkileri
üzerinden etkisini gösteren bir durum var.
Dolayısı ile ABD-Çin arasında gelişen bu karmaşık ve
yeni rekabet modeli, hibrit özellikler
gösteren ancak soğuk savaşın karakteristik özelliklerini ve olası etkilerini de
barındıran hemen hemen ilişkilerin her cephesine yayılmış bir model olarak
arz-ı endam ediyor.
İkinci dünya savaşı sonrası oluşan konsensüs uzun
süredir parçalanmış durumda. Bu parçalanma sonucunda oluşan fay hatları jeopolitiği
ciddi manada etkiliyor. Çok kutupluluğa
doğru hareket eden bir eğilim söz konusu ve işin ilginci ABD yaptığı her hamle
ile bu süreci tahkim ediyor ve var olan belirsizliğin daha da radikal bir hale
bürünmesine yol açıyor.
Bu tarz yoğun bir belirsizlik ortamında ABD-Çin
arasında Asya-Pasifik’te ortaya çıkabilecek olası bir savaş uzak bir ihtimal
değil. Var olan bulgular da sürecin o yöne doğru evrildiğini gösteriyor. Fakat
gerek maliyetler ve gerekse ekonomik yavaşlamanın getirdiği metal yorgunluğu
tarafları uzatılmış bir hibrit savaşa
yönlendiriyor.
Bu küresel ölçekte minimum zarar görmek isteyen
müttefiklerin de işine geliyor.
Sonuç olarak ABD ve Çin arasında devam eden rekabet “sınırsız
ve stratejik bir Hibrit Soğuk Savaş
(HSS). Sınırsız çünkü sağlıktan ekonomiye her cephede yaşanıyor. Soğuk
çünkü bloklaşmalara eğimli.
Hibrit çünkü
nizami bir harbe dayanmıyor.
Dr.Hüseyin Korkmaz.
Yazar, başta ABD-Çin ilişkileri olmak üzere Çin ve Asya Jeopolitiği üzerine odaklanan bir araştırmacıdır.
0 Comments