ABD-Çin rekabeti özellikle son dönemde yaşanan hızlı
gelişmeler eşliğinde derinleşiyor. ABD Başkanı Biden’ın Asya ziyareti ve Tayvan ile ilgili sonradan tevil edilen
sözleri ilişkileri gererken Çin’e yönelik stratejinin Dışişleri Bakanı Blinken
tarafından ana hatları ile açıklanması rekabeti yeni bir safhaya taşıdı.
Blinken'in George Washington Üniversitesi'nde yaptığı
konuşmayı 21. Yüzyılda Çin ile girilen küresel
hegemonya mücadelesinin kabulü olarak yorumlamak mümkün.
Aslında ABD devlet söyleminde Çin uzun süredir bir
tehdit olarak algılanıyordu. 2018 yılından beri de ulusal güvenlik ile ilgili
stratejik belgelerde Çin, revizyonist
bir güç ve mevcut uluslararası düzene muhalefet eden bir ülke olarak
tanımlanıyordu.
Trump döneminde keskinleşen bu söylem Biden tarafından
da aynen devam ettirildi.
Hatta Biden, Çin ile rekabetin 21. yüzyılın en önemli jeopolitik testi olduğunu ilan etti.
ABD’de Cumhuriyetçiler arasında belirgin olan Çin tehdidi algısı son dönemlerde
Demokratlar arasında da yayıldı ve ülke ölçeğinde Çin’in küresel bir rakip
olduğu argümanı kabul görmeye başladı.
Blinken’in konuşması böyle bir konjonktürde “stratejik netlik” sağlamaya yönelik
doktriner bir çaba olarak tanımlanabilir. Biden’ın Tayvan ile ilgili sözlerinin
ardından yapılan “stratejik kafa karışıklığı”
yönündeki eleştirilerden sonra ABD’nin bölgeye dönük stratejik yaklaşımını kalibre
etmeye çalıştığını görüyoruz.
Blinken’in konuşması Çin’e yönelik stratejiyi "yatırım yap, uyum sağla ve rekabet
et" temaları eşliğinde ele alıyor.
ABD, Çin ile rekabetinde öncelikle ekonomik bir
çerçeve belirlemek istiyor. Bunun için Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi de duyuruldu.
Bunu da ayrı bir yazıda değerlendirmek gerekiyor. Geçen haftalarda Washington’da
yapılan ASEAN zirvesinde de bölgeye 150 milyon dolarlık bir yatırım taahhüt
edildi.
Bu girişimler Çin’e yönelik stratejinin “yatırım yap” ayağını oluşturuyor.
Kuşak ve Yol Girişimi’nin bölgedeki etkisini kırmayı amaçlayan bu hamlelerin
etkili olup olmayacağı belirsiz.
Yatırım ile beraber Çin karşısında bir dengeleme
sağlamayı hedefleyen ABD sonrasında bölgedeki ortak ve müttefikleri ile uyumlu bir hizalanma arayışında. QUAD ve AUKUS gibi butik güvenlik örgütlerinin mobilize edilmesi ile bunun
önü zaten açılmıştı. Şimdi söz konusu yapılanmaların organize bir atağa kalkmaları
hedefleniyor.
Stratejinin ekonomik ve politik ayaklarının organize
edilmesi ile beraber daha tatmin edici bir seviyede rekabet edilebileceği
düşünülüyor.
Sonuç olarak ekonomik, politik ve askeri olmak üzere
üç ayaklı bir stratejik rekabet
modelinin belirlendiğini söylemek mümkün.
Blinken'in konuşmasını 'Biden doktrini' olarak tanımlamak mümkün. Doktrinin temeli tıpkı
Truman doktrininde olduğu gibi ABD'nin Çin tehdidi altında bulunduğu korkusuna
dayanıyor.
Konuşma Çin'i uzun
vadeli en önemli tehdit olarak tanımlarken 'yeni bir soğuk savaş' istenmediği de özellikle vurgulanıyor.
Blinken’in iki dünya savaşı sonrası inşa edilen kurallar sisteminde atıf yapması
dikkat çekici. Bu sözler aynı zamanda mevcut düzenin hamisi biziz şeklinde de
okunabilir.
Ancak “bu
düzeni tek başımıza savunamayız” diyerek Çin’e karşı ortak bir müttefik
ağının kolektif hamlesine ihtiyaç duyduklarının da altını çiziyor.
Blinken, “Çin,
hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapacak
ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek ülke." diyerek
Çin’in niyetinin sistemi değiştirmeye yönelik bir eğilim içerisinde olduğunu
ilan ediyor.
Çin’in geleceğin teknolojilerine hükmetmeye çalıştığını
iddia eden Blinken ABD’nin bu yarışta geri kaldığını da kabul etmiş oluyor.
Henry Kissinger da sürekli olarak teknolojik
vaziyetin küresel rekabette belirleyici olduğunu belirtiyor.
Blinken konuşmasında ayrıca Çin ve Rusya’nın “sınırsız” dostluğu ile Biden’ın
Japonya ziyareti sırasında Çin ve Rus nükleer bombardıman uçaklarının ortak
devriyesine atıfta bulundu.
“Pekin ile
doğrudan iletişimimizi artırmaya hazırız. Bunun gerçekleşebileceğini umuyoruz.
Ancak gidişatını değiştirebileceği hususunda Pekin'e güvenemeyiz." diyen Blinken’in
bu sözleri “devletlerin niyetlerinin belirsizliği” meselesini yeniden gündeme
getiriyor.
Bu sözlere bakınca Biden yönetiminin saldırgan
realizm (offensive realism) yaklaşımına eğilim gösterdiğini söyleyebiliriz.
Blinken, “Pekin
çevresindeki stratejik ortamı şekillendireceğiz” derken yeni bir soğuk
savaş istemiyoruz yönündeki niyetlerinin de belirsiz olduğunu kabul etmiş oluyor.
Blinken bir yandan Pekin’e güvenemeyiz ve çevrelerindeki
stratejik ortamı şekillendireceğiz derken diğer yandan yeni bir soğuk savaş
aramıyoruz demesi çelişkili görünüyor.
Ayrıca Blinken yine konuşmasının bir yerinde “çıkarlarımızı savunacağız. Dünyanın en
güçlü ordusuna sahibiz” diyor.
Blinken “…ülkeleri
seçim yapmaya zorlamıyor onlara seçenek sunuyoruz." derken bölge
ülkelerini de derin bir ikileme sokuyor. Blinken’in söyledikleri “taraf
olmayan bertaraf olur”un daha estetize edilmiş hali gibi.
“Bütünleşik caydırıcılık” yaklaşımına geçtiklerini
duyuran Blinken “askeri yatırımlarımızı
20. yüzyılın çatışmaları için tasarlanmış platformlardan daha uzun menzilli,
taşınması daha kolay asimetrik sistemlere kaydırıyoruz.” diyerek bir nevi hibrit soğuk savaşa geçtiklerini de
ilan ediyor.
Blinken ayrıca “müttefiklerimize
ve ortaklarımıza kendi asimetrik yeteneklerini geliştirmek için yardımcı
olacağız” derken akıllara Tayvan’dan başkası gelmiyor.
Blinken’in konuşması bazı çelişkiler barındırsa da
özetle Çin’in küresel rekabette ABD’nin rakibi olduğunu ve ABD’nin de Çin’i engellemeye
çalışacağını ilan ediyor. Yöntem olarak da konvansiyonel yeteneklerden ziyade asimetrik kapasitenin artırımına işaret
ediyor.
Her ne kadar istemese de bu söylem ABD’nin Çin ile
yeni bir soğuk savaşa hazır olduğunu zımnen de olsa ilan etmiş oluyor. Ancak
asimetrik özelliklerinden dolayı hibrit
bir soğuk savaş ile karşı karşıya olduğumuzu da eklemek gerekiyor.
Biden doktrini olarak tanımlayabileceğimiz bu sistematik
görüşlerin Trump döneminden bir farkı yok. Bu nedenle söz konusu doktrini bir devlet söylemi olarak ele alabiliriz.
Trump döneminden farklı olarak Biden’ın bölgedeki müttefikleri daha
iyi organize edebileceğini ve söz konusu rekabete daha kurumsal bir derinlik kazandırabileceğini söylemek mümkün.
Blinken her ne kadar diplomasiyi ABD dış politikasının
merkezine koyduk dese de bölgedeki
angajman seviyesi istenen düzeyde değil. Bu sınırlılık aynı zamanda söz
konusu stratejinin işlevselliği konusunda da soru işaretlerine neden olacaktır.
Ayrıca Hint Pasifik
Ekonomik Çerçevesi ve ASEAN zirveleri
ile atılan adımlar bölgedeki ortak ve müttefikleri harekete geçirmek için
yeterli değil. Kritik altyapılara yatırım yaparak ve tedarik zinciri
güvenliğini desteklemek için müttefiklerle birlikte istenmeyen krizleri önlemek
için daha fazla çaba gerekiyor.
Blinken’in Çin’in siyasi sistemi ile ilgili
söyledikleri de ayrı bir yazı konusu. ABD-Çin rekabeti özünde ideolojik değil
daha çok bir güç rekabeti şeklinde
ilerliyor. Burada ABD devlet ricalinin ideolojik atıflar yapması Batı nezdinde
politik bir destek kazanma arayışı şeklinde yorumlanabilir.
Bu minvalde Biden yönetimi için evet rekabetçi ancak daha az mücadeleci diyebiliriz.
Biden doktrini olarak tanımlanabilecek bu sistematik
görüşler Truman doktrini ile de benzerlikler gösteriyor. Truman doktrini yeryüzünün
iki bloka ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan
mücadelesinin başladığını ilan eden öncü bir ilkeler bütünü idi.
Bugün benzer bir siyasal ortam olmayabilir. Örnekler farklı
da olabilir.
Ancak gerçek olan bir şey var ki o da ABD ve Çin’in
keskin bir rekabet eşliğinde içerisinde soğuk
savaş desenlerinin de bulunduğu kaotik ve asimetrik bir safhaya doğru hızla
yol aldıklarıdır.
Dr.Hüseyin Korkmaz.
Yazar, başta ABD-Çin ilişkileri olmak üzere Çin ve Asya Jeopolitiği üzerine odaklanan bir araştırmacıdır.
0 Comments