ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti ile patlak veren süreç dallanıp
budaklanmaya devam ediyor. Söz konusu ziyaretin ardından Çin’in adayı
çevreleyen yoğun askeri tatbikatları ve sonrasında ABD’den benzer heyetlerin adayı
ziyaret etmesi, Tayvan hususunda büyük güçler arasında yıllardır korunan
statükonun zayıflamasına neden oluyor.
Bu arada ilgili aktörlerden de sert mesajlar gelmeye
devam ediyor. Çin cenahından Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğu ve bundan
hareketle bölünmez bütünlüğe yapılan vurgu her geçen gün tahkim edilirken
Tayvanlı yetkililer de karşılık olarak asimetrik silahlanmaya yatırımı
artırıyor.
Tayvanlı lider Tsai Ing-Wen’in “Tayvan'ı işgal ederlerse veya işgal etmeye teşebbüs ederlerse çok
yüksek bir bedel ödeyeceklerini düşmana açıkça belirtmeliyiz” diyerek konu
ile ilgili ciddi el yükselttiğini söylemek gerek.
Ek olarak Tayvan, askeri bütçesini önemli ölçüde
artırmayı planlıyor. Yeni bütçe taslağına göre, Tayvan toplam savunma
harcamalarını gelecek yıl yaklaşık yüzde 14
artırarak 19.4 milyar dolara çıkarmayı
hedefliyor.
Pelosi’nin ziyaretine büyük tepki göstermesine rağmen
Çin’in verdiği karşılığı yeterli bulmayanlar olduğu gibi tam aksine söz konusu
askeri tatbikatların bölgedeki statükoyu
aşındırdığını ve yeni bir normal oluşmasına katkıda bulunduğunu savunanlar da
var.
Burada iki önemli hususun altını çizmekte fayda var.
Birincisi Çin, Tayvan konusunda taviz verecek ya da pazarlığa oturacak bir
diplomasi izlemiyor. Tayvan’ı kendi toprağının bir parçası ve dolayısı ile
kırmızı çizgisi olarak tanımlıyor.
ABD ise Tayvan konusunda biraz daha esnek davranarak “stratejik belirsizlik” dediği gri bir
yaklaşımı tercih ediyor. Buna göre ABD, “Tek-Çin”
politikasını desteklerken öte yandan Tayvan İlişkileri Yasası uyarınca Tayvan’ın
savunmasına yardımcı oluyor. Aynı zamanda uzun yıllardır bölgede korunan “statüko”nun
da devam etmesini istiyor.
Dolayısı ile söz konusu stratejinin amacı statükonun
korunması üzerinden Çin’in caymasını sağlamak olarak özetlenebilir. Ancak bu
durum ABD-Çin rekabetinin keskinleştiği şu günlerde farklı bir çizgiye doğru
ilerliyor. Çin’i küresel ölçekte yükselişi ve dolayısı ile askeri kapasitesinin
de artması Tayvan konusunda endişeleri artırıyor.
Bu endişelere paralel olarak ABD, Çin’i caydırma
noktasında işlevsel politikalar inşa edemiyor. Örneğin Biden’ın Asya-Pasifik
koordinatörü Kurt Campbell, “ABD’nin Tayvan
Boğazı'nda ve daha geniş Hint-Pasifik bölgesinde barış ve istikrarı korumayı
amaçladığını” söylerken biraz da bu endişe ile hareket ettiğini söylemek
gerekiyor.
ABD’nin stratejik aklı, Çin’in askeri ölçekte bu hızla
büyümesi halinde ilerleyen dönemlerde ABD’nin Tayvan konusundaki savunma taahhütlerinde
bir kapasite sorunu yaşanabileceğini düşünüyor.
Daha doğru ifade etmek gerekirse ABD, hazırlıksız
yakalanmak istemiyor. Bu nedenle henüz Tayvan’ı ana karaya katmak için gerekli tecrübeye
sahip olmadığını düşündükleri Çin’i sahaya çekmeye yönelik hamleler yapılıyor.
Bu hamleler ile Çin Ordusu test edilmiş oluyor. Zaten
en son Pelosi’nin ziyaretinden sonra Çin Ordusu’nun (7) gün süren askeri
tatbikatlarının ardından Çin’in Tayvan adasını ablukaya alabilecek kapasitede
olduğu görüldü. Bu ABD açısından dikkatle not edilmiş olmalı.
Şu anda bölgenin “düşük
yoğunluklu bir Tayvan krizine” sahne olduğunu söylemek abartı olmaz. Bu
kriz iki önemli sonuç üretti. Birincisi Çin, Tayvan'ın askeri bir seçenekle ana
karaya katılması hususunda hazırlıklarını yoğunlaştırdı ve adayı tamamen
ablukaya alabileceğini gösterdi.
Bir diğer sonuç ise Tayvan’ın hızlı bir şekilde
silahlanması sürecini tetikledi. ABD bu konuda zaten gerekli desteği de
sunuyor. Hatta patriot füze sistemlerinin bakımı konusunda bazı ek anlaşmalar
da imzalandı.
Bu çerçevede ABD’nin Çin’in Tayvan’a müdahale etmesini
taktiksel açıdan bir fırsat olarak değerlendirmesi ABD devlet aklı açısından
makul karşılanabilir. Çünkü böyle bir müdahale ABD’nin Çin’e yönelik müttefik
ağını hızlı bir şekilde konsolide etmesini ve Çin’i hem politik hem de ekonomik
düzeyde yoğun olarak yıpratmasını sağlayacaktır.
ABD bir yandan Tayvan ile ticari ilişkileri de yoğunlaştırırken
diğer yandan Çin'in sert bir hamle yapmasını umuyor. Çin ise muhafaza ettiği
sabrın son raddesine yaklaşmak üzere. Elindeki en mantıklı opsiyon Tayvan
meselesinde itidali tercih ederek rekabeti farklı cephelere yaymak.
ÇKP’nin kongresi öncesinde tansiyonu çok yükseltmek de
istemeyecektir.
Başlıkta sorduğumuz soruya geri dönersek şu anda hibrit ölçekte devam eden Tayvan
krizinin “düşük yoğunluklu” bir
karakter gösterdiğini ve statükonun da aşındığını söylemek isabetli olacaktır.
Bu krizin uzun bir döneme yayılma ve bölgesel olarak yayılma riski olduğunu da
not edelim.
Bunun bir parçalanmaya doğru gidip gitmeyeceği Çin’den çok ABD’nin bölgedeki kritik hamlelerine bağlı gibi gözüküyor.
Dr.Hüseyin Korkmaz.
Yazar, başta ABD-Çin ilişkileri olmak üzere Çin ve Asya Jeopolitiği üzerine odaklanan bir araştırmacıdır.
0 Comments