Uluslararası sistem yoğun bir belirsizlik ve parçalanma
belirtileri gösteren hızlı bir dönüşüm içerisinde. Bu dönüşümün yansımaları bölgesel
kriz noktalarını önemli oranda etkiliyor.
ABD ile derinleşen rekabet çerçevesinde küresel ölçekli bir “güvenlik atılımı” (Küresel Güvenlik Girişimi) içerisinde olan Çin’in Orta Doğu'da artan nüfuzu bölgesel güvenlik üzerinde önemli sonuçlar ortaya çıkarıyor.
Bu çerçevede Ortadoğu’da uzun bir gerilim ve kriz
geçmişine sahip iki bölgesel güç İran ve Suudi Arabistan’ın Pekin öncülüğünde
bir konsensüse varması Çin’in
bölgede artan nüfuzuna işaret ediyor.
İran ve Suudi Arabistan ilişkileri diplomatik açıdan (7) yıldır tamamen kopuk.
Suudi Arabistan'da 2016'da (47) kişinin ki aralarında Şii din adamı Nimr Bakır el-Nimr de
vardı, terör suçlamasıyla idam edilmesinin ardından İran büyük tepki göstermiş
ve Suudi Arabistan'ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed kentindeki konsolosluk
binaları ateşe verilmişti.
Bu olayların ardından iki ülke arasındaki diplomatik
ilişkiler tamamen kesilmişti.
Yemen savaşı üzerinden devam eden bölgesel mücadele ve
Suudi menşeli ARAMCO’ya yapılan İHA
saldırıları gerilimin iyice büyümesine neden olmuştu.
İki ülke arasındaki mezhepsel farklılığın bölgede sekteryan bir jeopolitik yarattığı
vakıa.
Bu hercümerç içerisinde geçtiğimiz hafta Pekin’de bir araya
gelen İran ve Suudi Arabistan, Çin'in arabuluculuğu ile varılan anlaşma
sonucunda ilişkileri canlandırmayı ve elçiliklerini
yeniden açmayı kabul etti.
Anlaşmanın finali haliyle dikkat çekti ancak iki ülke delegasyonları
uzun süredir Bağdat’ta ve Umman Maskat’ta çeşitli kereler bir araya gelmişti. Bir
süredir yoğun diplomatik müzakereler yürütüldüğü biliniyordu. Hatta 2022
yılında İranlı diplomatların Cidde'deki İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki (İİT)
görevlerine dönmesi de ilişkileri düzeltmeye yönelik bir iyi niyet gösterisi olarak
not edilmişti.
Ancak yine de Pekin öncülüğünde varılan anlaşma diplomatik
çevrelerde ve medyada büyük bir heyecan yarattı.
Çin'in üst düzey diplomatı Wang Yi, İran-Suudi
Arabistan görüşmelerinin diyalog ve barış için bir zafer olduğunu duyurdu.
Hatta Global Times’ın eski editörü Hu Xijin bir adım
daha ileri giderek böylesine büyük bir diplomatik atılımın 1978 Camp David ve 1993 Oslo Anlaşmalarıyla kıyaslanabilecek bir
öneme sahip olduğunu ilan etti.
Çin aslında uzun süredir bölge ülkeleri arasında bir diplomatik
trafik içerisindeydi.
Çin devlet başkanı Xi Jinping’in geçen senenin sonunda
S.Arabistan’a yaptığı “çığır açıcı
ziyaretin” ardından İran rahatsız
olmuş ve bunu da dile getirmişti. Geçen ay İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin
Pekin ziyareti Çin ile ilişkileri tazelemek ve dengelemek amacını güdüyordu.
Kısa süre içerisinde meydana gelen bu diplomatik trafiğin Çin cenahında dengelemeye
dönük bir girişime neden olduğu görülüyor.
İran hem içerde devam eden ekonomik kriz ve toplumsal
olaylardan hem de dışarda bölgesel hegemonyasını tahkim etmeye çalışırken
ortaya çıkan metal yorgunluğundan muzdarip.
Bu nedenle İran uzun süredir manevra sahasını
genişletmeye çalışan bir yönelim içerisinde. Nükleer konusunda geri adım atmaması
ve ABD ile İsrail tarafından yoğun pres altında bulunması hasebi ile bir çıkış
yolu arayan İran’ın Çin ve Rusya hattına yönelmesini olağan bir eğilim olarak görmek
mümkün.
Çin'e yaptığı ziyaret öncesinde Cumhurbaşkanı Reisi’nin
İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne
(ŞİÖ) katılımını öngören bir kararname imzalaması manevra alanını
genişletme çabalarının önemli bulgularından bir tanesi. Ayrıca İran'ın
SWIFT'ten çekilmesi de bir başka önemli gelişme.
S.Arabistan ise Yemen savaşının ortaya çıkardığı zarar
ziyan ve stratejik anlamda “riskten
kaçınmaya dönük” yaklaşımı ile küresel arenada kendisine anlamlı ve dengeli
bir pozisyon arıyordu. Husiler tarafından petrol tesislerine yönelik saldırılar
karşısında ABD’nin sessiz kalması yıllardır ABD tarafından sağlanan güvenlik garantilerinin
sorgulanmasına neden oldu.
Çin aslında kısa süre önce duyurduğu Küresel Güvenlik Girişimi ile daha
proaktif bir küresel yaklaşım içerisinde olacağının işaretlerini vermişti.
Ukrayna konusunda açıklanan barış planı
ve arkasından gelen İran-Suudi anlaşması bu girişimin somut sonuçları olarak öne çıktı.
Çin tarafı yaptığı açıklamada bu anlaşmanın “bölge ülkelerinin diyalog ve istişare
yoluyla anlaşmazlıkları nasıl çözebileceklerine iyi bir örnek teşkil ettiğini” özellikle
vurguladı.
Anlaşmanın aynı zamanda ABD'nin Irak'ı işgalinin 20.
yıldönümüyle aynı zamanda açıklanmış olması, Pekin'in ABD’ye verdiği bir mesaj olarak da değerlendiriliyor.
İran da Suudi Arabistan ile varılan anlaşmanın
Yemen'deki savaşın sona ermesine yardımcı olacağını söyleyerek bir anlamda
konsensüsün somut sonuçlara neden olacağını teyit etmiş oldu.
Çin'in Ortadoğu politikasında siyasi ve güvenlik
konularında çok fazla angajmana girmediği bilinir. Ama bugün yapılan
arabuluculuk ile bu dönemin sona erdiğini ve Çin'in bölgede daha proaktif olacağını görüyoruz.
Çin, Orta Doğu'daki ekonomik, siyasi ve askeri ayak izini
genişletmeye devam ettikçe, bölgenin jeopolitiğinde giderek daha önemli bir oyuncu haline geliyor.
Çin'in bölgede artan rolü İran ve Suudi Arabistan'ın
birbirleriyle ilişki kurmaları için yeni fırsatlar yarattı. Son yıllarda Çin,
İran ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini dengeleme politikası izleyerek
istikrarı korumaya ve anlaşmazlıklarda taraf tutmaktan kaçınmaya çalıştı.
Bu anlaşma ile durum daha dinamik bir sürece girdi. Üç ülkenin müesses küresel nizamın
karşısında algılanan bu insicamı muhkem bir mevki yaratır mı meçhul. Etki gücü
yüksek ve spektaküler bir diplomatik rüzgâr yaratan bu anlaşmanın etkileri uzun
süreceğe benziyor.
Anlaşmanın iki bölgesel rakip arasında kısa vadeli bir ateşkes mi ya da uzun
vadeli bir barış mı olduğunu zaman gösterecek. Çin’in bu anlaşmanın
arkasında durması önemli güvenlik taahhütleri gerektiriyor.
Çin bu iradeyi ortaya koyabilecek mi sorusu önemli.
Küresel güvenlik girişimi, bu iradeyi gösterebileceğini
en azından retorik anlamında destekliyor. Ancak Çin’in bölgede sadece retorik
çerçevesindeki mevcudiyeti ve buna karşılık ABD’nin bölgesel askeri ağırlığı
yan yana gelince soru işaretleri artıyor.
Örneğin İran nükleer konusunda geri adım atmadı ve bu durum hala önemli bir kilit noktası olmaya
devam ediyor.
ABD bahse konu anlaşmaya muarız bir tavır mı takınacak
belirsiz ancak rahatsız olduğu kesin. Çin’in bu zorlu işi deruhte etmesi
Ortadoğu’nun fevkalade hiyerarşik güvenlik ortamını nasıl etkileyeceği de
muamma. İsrail’in İran’a karşı oluşturmaya çalıştığı bölgesel blok inşası ciddi
anlamda sekteye uğradı ve ABD’nin bölgesel ölçekte etkisinin azaldığı
somut bir şekilde ortaya çıktı.
Velhasıl Çin bu anlaşma ile Ortadoğu’nun güvenlik
mimarisinde daha etkin bir rol oynamak istiyor. Bu rol aynı zamanda bölgesel
krizin sağaltılması açısından da önemli. Küresel hegemonya mücadelesi derinleşirken
bu temayülün ağırlık kazandığını ve yakın gelecekte Çin’in güvenlik ile ilgili
meselelerde daha aktif bir angajmana girebileceğini söyleyebiliriz.
Jeopolitik bir satranç tahtası haline gelen Ortadoğu, ABD-Çin
rekabetinde önemli bir cephe olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Dr.Hüseyin Korkmaz.
Yazar, başta ABD-Çin ilişkileri olmak üzere Çin ve Asya Jeopolitiği üzerine odaklanan bir araştırmacıdır.
0 Comments