Çin’in küresel güvenlik girişimi barışçıl bir hedefle ortaya çıkan kollektif bir güvenlik girişimi mi ya da uluslararası sistemi revize etmeyi deneyen hegemonik bir enstrüman mı? Bu netameli soruya cevap vermek için Çin’in bu girişimin arkasındaki motivasyonuna ve stratejisine yakından bakmak gerekiyor.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2022 yılında Boao Asya Forumu'nda yaptığı konuşmada ortaya koyduğu "bölünmez güvenlik" ilkesine dayalı "küresel güvenlik girişimi” ilk bakışta çok dikkat çekmedi.

Söz konusu girişim bölünmez güvenlik temelinde yapılandırılan bir küresel güvenlik mimarisine atıfta bulunuyordu. Küresel güvenlik girişimi, Şi Cinping’in açıkladığı ve ülkeler arasında eşitlik ile adaleti teşvik eden altı taahhüde dayanıyor.

Bu altı taahhüt kısaca şöyle özetlenebilir: 

1) Ortak, kapsamlı, işbirlikçi ve sürdürülebilir güvenlik. 

2)Tüm ülkelerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı. 

3) Soğuk Savaş zihniyetini reddetmek, tek taraflılığa ve rakip bloklar arasında çatışmaya karşı çıkmak. 

4) Tüm ulusların meşru güvenlik kaygılarına saygı gösterilmesi, bölünmez güvenlik ilkesinin desteklenmesi. 

5) Farklılıkları her zaman diyalog yoluyla çözmeye çalışmak. 

6) Geleneksel ve geleneksel olmayan güvenlik sorunlarını yönetmek için ortak koordinasyon. 

'Bölünmez güvenlik' ilkesine göre hiçbir ulus, diğerlerinin pahasına kendi güvenliğini artıramaz. Soğuk Savaş döneminde yapılan Helsinki Anlaşmasına (1975) kadar uzanan bu kavram Putin yönetimindeki çağdaş Rus dış politikasının da temel ilkelerinden biri haline gelmiş durumda.

Şi’nin küresel güvenlik girişimi ile ilgili yaptığı konuşmanın ardından Çin eski Dışişleri Bakanı Qin Gang, 2023 yılı Şubat ayı içerisinde Pekin'de gerçekleştirilen Lanting Güvenlik Forumunda "Küresel Güvenlik Girişimi: Çin'in Güvenlik Sorunlarını Çözme Önerisi" başlıklı önemli bir konuşma yaptı. 

Kısa süre sonra Küresel Güvenlik Girişimi konsept belgesi yayınlandı.

Söz konusu konsept belgesi Şi'nin duyurduğu girişimin doktrine edilmiş hali. Küresel güvenlik girişiminin temel fikirlerini ve ilkelerini açıklıyor. Dünyanın hangi güvenlik kavramlarına ihtiyacı var? Ülkeler ortak güvenliği nasıl sağlayabilir? gibi sorulara yanıt arıyor.

Konsept belge Çin tarafından sıkça yapılan bir benzetme ile başlıyor ve uluslararası toplumun nadir görülen çok sayıda risk ve zorlukla karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Yerel çatışmalar ile alevlenen kriz noktalarının küresel bir türbülansa neden olabileceğine işaret ediliyor. Belgede Şi Cinping’in bahsettiği altı taahhüdün detaylandırıldığı da görülüyor.

Belgenin özellikle geleneksel ve geleneksel olmayan güvenlik tehditlerine dikkat çekmesi önemli. Bu tehditlerin artmasının mevcut küresel güvenlik bürokrasisi çerçevesinde çözülemediği ve sistemin işlevselliğini kaybettiği not ediliyor.

İş birliğinin öncelikleri başlıklı bölümde BM’nin rolünün daha yoğun bir şekilde desteklenmesi gerektiği üzerinde duruluyor. Belgede nükleer güvenlik konusuna da özel bir önem veriliyor.

Bununla birlikte çatışma çözümüne ağırlık verilmesi gerektiği vurgulanırken Ortadoğu’nun güvenliğine de atıf yapılarak daha önce yayınlanan beş maddelik çözüm önerisinin uygulanması gerektiği belirtiliyor.

Belgede Afrika’dan Latin Amerika’ya biyo-güvenlikten yapay zekaya hemen hemen her konuya değinilirken bütün bu alanlarda temel olarak BM’nin rolünün arttırılmasına ve yeni küresel bürokratik girişimlere ön verilmesine yönelik bir anlayış hakim.

İş birliği platformları ve mekanizmaları başlıklı bölümde ise BM dışında ŞİÖ, BRICS gibi alternatif bölgesel ve küresel örgütlenmelere işaret edildiği görülüyor. Ayrıca küresel ölçekte güvenlik temalı forumların düzenlenmesi hususunda iş birliğinin derinleştirilmesi hedefleniyor. 

Bu bölümde örneğin üniversite düzeyindeki askeri ve polis akademileri arasında daha fazla bilgi alışveriş ve iş birliğinin teşvik edildiği dikkat çekiyor. Ayrıca belge Çin’in gelişmekte olan ülkelere yönelik küresel güvenlik konularını ele almak amacıyla profesyoneller yetiştirmek için önümüzdeki beş yıl içinde çok sayıda (5000) eğitim düzenlemeye istekli olduğunu belirtiyor.

Bütün bu bilgilerin ışığında Küresel Güvenlik Girişimi, Çin dış politikasında önemli ve kalıcı bir değişime işaret ediyor diyebiliriz. ABD menşeli ittifakların küresel güvenlikteki rolüne doğrudan olmasa da meydan okuduğunu söylemek mümkün. Bu çerçevede Küresel güvenlik girişimi ile Çin’in çok kutuplu adil düzen olarak formüle edilen Amerikan sonrası dünya için alternatif bir küresel güvenlik mimarisi tasavvuruna sahip olduğunu iddia edebiliriz.

Bu tarz bir yaklaşım ABD ile girilen sert rekabette ne kadar işe yarar ya da taraftar bulur bilinmez ancak bölgede güç rekabetinden kaynaklı riskten kaçınmaya çalışan ülkelerin ilgisini çekebilir. Ya da ŞİÖ'nün yeniden organize edilmesinde kullanılabilir.

Soğuk savaş konseptini tersine çevirmeye çalışan Çin, AUKUS-QUAD vb. yapılara karşı bir cevap vermek istiyor ancak bunu daha küresel ve barışçıl bir modelleme içerisinde yapmanın çabası içerisinde. Dolayısı ile Çin, yukarıda adı geçen Batı merkezli güvenlik örgütlerine alternatif bir retorik inşasının peşinde. 

Şi’nin sıklıkla kullandığı “dünyada bir yüzyılda görülmeyen büyük değişiklikler”in olduğu bu küresel fetret devrinde Çin, var olan belirsizlikleri azaltmak ve türbülans dolu bu dönemi daha az hasarla atlatmak için küresel bir çerçeve oluşturmaya çabalıyor.

Hibrit karakterli soğuk savaş zihniyetinin küresel ölçekte alan kaplaması ile beraber ciddi bir entropiye giren uluslararası sistemin daha fazla çatışma üreteceğini düşünen Çin, bu olumsuzlukların “küresel güvenlik girişimi” ile çözülebileceğini düşünüyor. 

Ukrayna meselesinde Rusya’ya yardım ettiği ve arka çıktığı gerekçesi ile çok eleştirilen Çin, o dönemde bir barış planı yayınlamış ve yeterli ilgiyi görmemişti. Ancak bir süre sonra cereyan eden İran ve Suudi Arabistan arasında sağlanan yakınlaşma Ortadoğu ölçeğinde ciddi bir etki oluşturdu. Hatta bu yakınlaşma Küresel Güvenlik Girişimi’nin ilk somut çıktısı olarak muştulandı.

Öte yandan bahse konu girişim hala detaylardan yoksun ve bazı belirsizliklere sahip. Belirsizlikler aslında verimli bir manevra alanı da yaratıyor ama Çin bu belgede daha çok bütünsel bir yaklaşım oluşturmaya çabalıyor. Bu nedenle belgenin detaylandırılmasını beklemek gerekecek. Belgenin içeriğinde güvenlik alanında küresel ölçekte verilecek “güvenlik eğitimleri” vb. dışında somut öneriler bulunmuyor.

Çin ve Rusya uluslararası ortamın kendi aleyhlerinde giderek daha fazla bozulmaya başladığının farkında. Dolayısı ile yeni dönemde ellerinde barışçıl ve inşacı metinlerin olması gerektiğini düşünüyorlar. Öte yandan bahse konu girişimin Batı’nın tahkim ettiği mevcut güvenlik mimarisine bir alternatif sunduğu gözlerden kaçmıyor.

Bu alternatif tasavvur bir meydan okuma olarak tanımlanabilir ancak şunu da şerh düşmekte fayda var ki Çin hala mevcut düzenin merkez çekirdeğinde yer alan BM ve onun rolüne büyük önem veriyor. Bu yaklaşım bir alternatiften ziyade sistemin güvenlik ölçeğinde revize edilmesi niyetini barındırıyor. Bununla beraber Çin’in küresel güvenlik sorunlarında daha geniş bir rol üstlenme ve angajmana girme isteğini de ortaya koyuyor.

Buradan hareketle Çin’in küresel ya da bölgesel krizlerde bir arabulucu rolüne ısındığını ve bunun söylemsel ve kurumsal altyapısına yansıdığını söyleyebiliriz. Suudi-İran yakınlaşması ve yakın zamanda Pekin’e önemli bir ziyaret gerçekleştiren Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile yapılan görüşme önemli ipuçları barındırıyor.

Çin’in üst düzey diplomatı Wang Yi, İran-Suudi anlaşmasını diyalog ve barış için bir zafer olarak nitelendirmişti. Bu açıklamayı ABD ve Çin arasında devam eden söylem üstünlüğü mücadelesinin önemli bir yansıması olarak okuyabiliriz. Çin’in merkezinde Küresel Güvenlik Girişimi, Küresel Kalkınma Girişimi ve Küresel Medeniyet Girişimi’nin yer aldığı total bir diplomatik yaklaşım ile çok kutuplu uluslararası sistemin öncül projelerini ortaya koymaya çabaladığını söylemek mümkün.

Güvenlik anlamında huzura kavuşan, yoğun ticari faaliyetler sonucunda kalkınan ve refaha ulaşan bir medeniyet tasavvuru, kollektif bir güvenlik çabası ile somut sonuçlar elde etmeye çalışıyor. Yukarıda da değindiğim gibi Küresel Güvenlik Girişimi, Pekin'in "altı taahhüt" olarak adlandırdığı bir dizi ilkeye dayanıyor. Bunlar Şi'nin uzun zamandır dillendirdiği "kapsamlı güvenlik", "ortak güvenlik" ve "bölünmez güvenlik" gibi kavramları içeriyor.

Güvenlik temelinde ilerleyen Çin, ABD ile girdiği büyük güç rekabetini çok boyutlu güvenlik sorunlarını ele alan bir küresel güvenlik girişimi ile daha geniş bir alana yayıyor ve ABD’nin bölgeye olan odağını bu kapsamda deforme etmiş oluyor.

Çin ortaya koyduğu bu girişim ile mevcut düzenin artık karmaşık güvenlik sorunlarına cevap vermediği ve bu nedenle revize edilmesi gerektiğini düşünüyor. Bunu yaparken de üç temel hususun altını çiziyor: Ülkelerin egemenliği-içişlerine karışılmaması meselesi, soğuk savaş zihniyetinin terk edilmesi ve bölünmez güvenlik.

Ancak Çin var olan sistemin tamamen değişmesini savunmuyor. Çin Savunma Bakanı Li Shangfu’nun Singapur’da düzenlenen güvenlik konferansında küresel güvenlik girişimi ile ilgili söylediği gibi "Güvenlik ile ilgili bazı temel kuralların belirlenmesi tekerleğin yeniden icat edilmesi veya mevcut kuralların alt üst edilmesi anlamına gelmiyor.” Aksine var olan sistemin güçlendirilmesi ve ülkelerin kollektif bir güvenlik anlayışı ile hareket etmesini kendisine şiar ediniyor.

Çin’in bütün bu çabalarını Amerikan hegemonyası sonrası döneme hazırlık olarak okumak Pax-Sinica ihtimalini de ortaya çıkarıyor. Çin’in kendisinin ağırlık merkezinde olduğu çok kutuplu uluslararası bir sistem tasavvurunda küresel ölçekte kollektif güvenliği sağlayacak yapılara ihtiyacı olacağı kesin. Ancak bunun retorikten pratiğe nasıl bir izleği takip edeceği önemli bir sorunsal. Burada söz konusu girişim ile ilgili sonuçlardan ziyade içinden geçilen sürece ve sonrasına odaklanmak gerekiyor. Küresel ölçekte güvenliği tahkim eden bir Pax-Sinica’dan ziyade bloklaşmaların yoğunlaştığı taraf seçme döneminin daha fazla öne çıkabileceği görülüyor.

Burada konstrüktivist (inşacı) bir parantez açarak Çin’in küresel güvenlik girişimi ile uluslararası sistemdeki kimliğini ve rolünü yeniden tanımlama çabası içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Çin, bu girişim ile kendisini barışçıl bir güç şeklinde sunarak büyük güç rekabetinden ziyade diğer devletlerle yapılacak iş birliğine odaklanıyor. Devletler sadece jeopolitik gerçeklikten değil aynı zamanda sosyal gerçeklikten de etkilenir. Bu nedenle kimlik, kültür, ideoloji gibi faktörler devletlerin davranışını şekillendiriyor. Dolayısı ile Çin’in bu yaklaşımının altında yatan tarihsel ve sosyal bağlamı anlamak son derece önem arz ediyor.

Sonuç olarak hibrit karakterli yeni soğuk savaşın derinleşmesi ile beraber taraf seçmeye zorlanan ülkelere daha somut küresel kurumlar ve doktrinler sunma isteği küresel güvenlik girişiminin duyurulmasında etkili olmuş olabilir. 

Çin, Deng döneminin temel düsturu haline gelen “gücünü sakla ve zamanını bekle” yaklaşımından daha proaktif bir sürece doğru geçiş yapıyor. Küresel sorunlarda daha fazla rol üstlenmek istiyor. Bu çerçevede gösterdiği retorik ve pratik çabalar ne kadar karşılık bulacak belirsiz ancak küresel düzenin içine girdiği türbülansın devam edeceğini söylemek mümkün.


Dr.Hüseyin Korkmaz. 

Yazar, başta ABD-Çin ilişkileri olmak üzere Çin ve Asya Jeopolitiği üzerine odaklanan bir araştırmacıdır. 

@drhkorkmaz